bugünkü yazısında kadın başına(!) selçuk yula denilen kişimsiyi itin g.tüne sokup çıkarmış olan yazar. hem de hiç hakaret etmeden, hem de somut örnekler vererek...
ben selçuk yula olsam, insan içine çıkamam bu yazıdan sonra. tabi, selçuk yula'da anlama kabiliyeti olsa durum bu hale gelmezdi.
bu ülkenin spor yazarlarının %10'u nilay yılmaz gibi olsa, her şey çok daha güzel olur.
Köşeden köşeye yanıt uçurulmasından oldum olası hoşlanmam. Tamam, okunurluğu artırabilir; ama...
Eleştirdiğim insanlardan bazen telefon ya da mail geliyor. Karşılıklı fikir teatisinde bulunduğumuz da oluyor. Ancak Yula, bu yolu seçmeyip "17 senedir yazdıklarının yüzde 90'ı doğru çıkmış biri olarak onu pek ciddiye almam" diye başlayan ve ciddiye almadığının kanıtı olarak da uzuuun bir yazı yazınca, kendisini ciddiye aldığım için buradan uzuuuun bir yanıt vermek farz oldu.
Yula, "Amigo yazarlık bir kulübü tutmanın yolundan geçer ve şu anda medyamızda herkes rengini belli etmiş, kulüp yazarlığı görevini sürdürmektedir. Holigan yazarlık ise başkadır ve tehlikelidir. Anlamı da sadece ve her daim bir kulüp hakkında düşmanca duygular beslemektir. Bunlar için başka kulüplerin önemi yoktur. Varsa yoksa o kulübün taraftarı, başkanı, yönetimi, teknik heyeti ve futbolcularıdır. Başarılar asla konuşulmaz, alkışlanmaz. Mesela inter'i, PSV'yi yerle bir ederken olumlu tek görüş belirtmemek ya da 'Anderlecht'e elensin de Zico çeksin gitsin' demek holigan yazarlığın en güzel örneklerindendir" demiş. Güzel demiş. iyi de ben üstüme hiç alınmadım. Kimi tarif ettiğini de kendisi bilir. Evet, Beşiktaşlıyım ama daha geçen hafta Sinan Engin'i, ondan önceki hafta da Demirören'i eleştirdiğim için muhtemelen, hiç üstüme alınmadım. Yapılan yanlışları görmeyecek kadar fanatik olmadığım, sandığı gibi dünyayı siyah-beyaz görmediğim, tuttuğum takıma at gözlüğüyle bakmadığım için de olabilir. Ya da ne bileyim, Zico'yu hoyratça eleştirenleri eleştirdiğim için belki de.
Mevlana ne güzel demiş, "siz ne kadar anlatırsanız anlatın, anlatabildiğiniz ancak karşıdakinin anladığı kadardır" diye... Oysa Yula yazımı bir kez daha okursa görecek ki, eleştirim sadece ona değil, "başarı için her yol mübah" zihniyetiyle ibrahim Kaş'ın sakatlanmasına sevinenlere yönelikti. Selçuk Yula bunu işleme biçimiyle o günkü yazarlar arasında bir adım öne çıkmıştır. Doğal olarak bu yazar zümresini sembolize etmesi bakımından dikkate değerdir. Hoş kendisi anlayamamış ama olsun. Futboldan anlıyormuş ya, bu yeter sanırım.
8 gol yemek ayıp değildir!
Oysa anlaşılmayan bir şey var. Ve bu futbola dair değil, hayata dairdir. 8 gol yemek üzücü bir şeydir ama ayıp da değildir. Belki de ayıp olan sürklase olmuş bir rakibe, "onların da ailesi, çocukları var" diye düşünmeyerek 8 gol atmaktır. Ve Türkiye liginin kayıtlarına bu ayıp Beşiktaş'la geçmiştir. Çünkü zamanında rakibine 10 gol atmıştır. Fakat bu oyunda öğrenilmesi gereken şeyleri acı çekerek de öğrenmek gerekiyorsa 8-0 hiç ayıp değildir. Meseleye şu tarafından da bakılabilir. Artık o takımın oyuncularını hiçbir şey yıkamaz. Çekilmesi gereken acıyı fazlasıyla çekmişlerdir.
Mesele 17 sene karış karış Samandıra-Dereağzı arasında taban çürütmek değildir. Mesele o yollardan geçerken nereye, nasıl baktığımız ve baktıkça neler öğrendiğimizdir. 17 senede sadece futbola dair bir şeyler öğrenmişsek reankarnasyon denen faraziyeye duacı olmaktan ötesini dileyemem...
8-0'lık mağlubiyetten sonra rakip taraftarların zekice espriler üretmesi de ayıp değildir; hatta gayet hoştur. Ancak, yazar sıfatını taşıyanların çok zekice bir şey bulmuşçasına ilkokul çocukları gibi ikide bir "Avrupa'da 8 gol yiyen takım" diye yazması ayıptır. Ve bunu zamanında galibiyete hasret kalmış bir ülkenin futbolcuları yazarsa bu ayıptan da ötedir. O zaman bugün şampiyonaya giden futbolculara şu hak doğar. Dönüp derler ki "Zamanında bize ne bıraktınız da ne istiyorsunuz?" Ama hayat devam ediyor ve gelecekte kimin 9 gol yiyeceği de belli değildir.
Takım ruhu nerede?
Bosna-Hersek maçında kalede Rüştü vardı. Hani o 8 gol yiyen takımın oyuncularından biri. Terim hala hata yapıyor yani. Acaba Avrupa'da sitayişle bahsedilen bir alternatif olmadığından mı Terim travma mağduru bir oyuncuya şampiyona şansını emanet etmiştir?
Selçuk Yula, 8-0'lık ingiltere maçında bacağı kırık olduğu için oynamadığını ve hiç 8 gol yemediğini belirtiyor. Ben daha ne yazayım ki? O 8 golü herkes yedi; ama biri farkına varmamış. Ve o milletçe yaşanan travmadan etkilenmemişse futbolun en temel kuralı olan takım olma prensibinden yoksun ruh haliyle futbolu nasıl öğrenebilir ki?
Bu eski futbolcu yazarların çoğunda, futbol oynamış olmanın verdiği ukalalıkla hep yukarıdan bakma, üst perdeden konuşma gibi bir durum mevcut. Zora geldiği vakit hep bengay kokusunu bilmemekle itham ediliyorum. Ancak bengay kokusunun zihin açıcı bir dermanı olduğuna dair bir bilgi de henüz kayıtlara geçmedi. Geçti de ben mi duymadım yoksa?
Kaldı ki, atomu parçalamaktan değil, 5 yaşında bir çocuğun bile anlamayı başardığı, en zor kuralı ofsayt olan bir spordan bahsediyoruz, kadınların anlamaması düşünülebilir mi? Yapmayın Allah aşkına... Futbolu hayatın en önemli gizi zannetme yanılgısı sürdükçe biz böyle çok yazı okuruz.
Hadi ben yine de hazretlerinin dediği gibi futboldan anlamıyor olayım... Böyle bir iddiam da olmadı zaten, ama futboldan olmasa da insanlıktan anlarım. Ve zaten yazımda futboldan değil insanlıktan bahsettim. Birileri anlamamış; ama şükür ki anlayan birçok insan var.
Anlayana, ben yazımda sadece Kaş'ı değil Gökhan Gönül'ü de savundum. Üç maç oynamış bir oyuncuyu en tepeye çıkarıp sonra da en tepeden düşürmeleri çok gördüm. Bu Gökhan Gönül'ün başına da gelmesin, mağdur olan takım arkadaşının ruh halini de hissetsin diye yazdım. Bunları anlamak için sanırım ille de kadın yazar olmak gerekmiyor. Hatta Çakar gibi devam edeyim, yazar olmak bile gerekmiyor.
Son söz!
Yula, Beşiktaşlı bir yazar olsaydı ve 8-0 yenilen Fenerbahçe, milli maçta sakatlanan ve "oh olsun" denilen Gökhan Gönül, yerine giren de ibrahim Kaş olsaydı yine aynı yazıyı yazardım. Hem de daha ağırını... Bundan şüphesi olmasın!
--spoiler--