bugün

bukalemundan mektuplar

ne kadar güzel, biliyor musun?
kuyruklu yıldızlar kadar...
ruhunun alanına giren gözler, kör olacak kadar kamaşırlar.
gözlerim kör olsun ona bakmaktan.
gözleri mücevherat!
heyhat...

gülümsese, bin pırlantanın ışıklarını soldurur.
öfkelense, ayı söndürür, yıldızları düşürür.
ama öfkeli ve cüretkar iken bile, güzellikler damlatır şapır şapır,
ne kadar içilse doyulmayacak muhteşemlikte güzellikler ...

hiç planlanmayan bir ürpermeydi..
hiç hesapta olmayan bir lütuf karıştı mayama ve kanıma.
şuurun içine karışmış bir halisünasyon gibi,
fişeklerin ardı ardına geceyi aydınlattığı bir şölen gibi,
bir yaşama tutunma sebebi gibi...

karanlık ormanlarda, kendinden başka herşeyi unutmuş ruhum yürürdü.
ağaçların gölgelerine kör, kuşların cıvıltısına sağırdı.
çiçek kokularını almaz, rüzgarı hissetmezdi.
Dolunay kışları sise karışır, fırtınalar gümbürderdi,
ama ben hiç duymazdım,
hiç aldırış etmezdim,
yürürdüm...

Sonra çalılıkların ardında diklendi dünyamın tepesine.
ruhumun ilerlediği patikanın hikayesinde, birdenbire anlamlar filizlendirdi.
Yaylım ateşi gözlerine bakmak, hikayenin ana fikrindeki anahtardı.

Ormanlar dolusu çiçekler açtı,
kurşuni dolunay, yerini güneş ışıklarına sattı,
rüzgar müzik oldu, yapraklar dansa başladı.

gözlerine baktığımda, ilhamlar taşıyor hislerimde,
onu kokladığımda, cennet diyarlarında gibi baş dönmelerine maruzum,
ve tenine dokunduğumda, hücrelerime ayrışıp yeniden birleşiyorum,
sonra onunla vücut buluyorum.

elini ver bana,
gözlerimizi kapatalım.
bu şölen sahnesinin topraklarından,
birlikte kalkalım ve arşa yükselelim.
olmaz mı?

bir tutam sevgi daha versen ya...