bugün

nehir üzerinde

ahmet haşim'in bağdat'ı, çocukluğunu, annesini anlattığı, piyâle'deki şi'r-i kamer'den biri:

"Akşam… Sarı bir hasta semâ… Bir gam-ı mechûl…
Sisler gibi tutmuş yine sahilleri eylûl.
Bir hüzn-i müzehheb gibi durgun yine Dicle,
Sessizliği olmuş yine rûyâlara hacle.
Faslın yeni lerzişleri her sâyede mahsûs,
Gûyâ ki uyur kalb-i tabîatte bir “efsûs!"
Her şey o kadar gamlı, soluk, mübhem ü bîfer,
Gûyâ ki ölür hüzn-i sevâhilde perîler… 
 
Çıkmıştık o gün Dicle’ye, sessizce kürekler
Nehrin zehebî sîne-i emyâhını yırtar,
Ağlardı o altın suyun üstünde bir âhenk,
Serperdi o bîkes sese akşam sarı bir renk,
Gûyâ ki o gün Dicle’nin üstündeki mâtem
Âfâka sürükler sarı güller, kırizantem…
Solmuştu onun hüzn ile simâ-yi berîni,
Bir ince tül altında duran zülf-i zerîni
Akşamları enfâsına düşmüş uçuşurken.
Sarmıştı o sâkin yüzü bir gölge semâdan,
Dalmıştı o gözler ebediyyetlere… Yorgun,
Yorgundu o gözlerle bakan rûh-ı melûlun
Akşam gibi âsâbı geren reng-i garîbi…
 
Gûyâ ki, kamer, sendin onun rûh-ı necîbi
Sendin ki eden hüznünü mehtâba müşâbih,
Her şey o nazarlarda semâlarla müşâfih,  
Her şey sana bir parça yakın, sâf, ebedîydi.

Sâhilde ezân seslerinin aks-i medîdi
Bîtâb uzanırken dönüyordun… Yine sâkin
Mübhem, sarı yıldızları bir leyl-î hazânın,
Tenhâ sular üstünde açıp titreşiyorken
Artık daha vâzıhtın o gözlerde kamer, sen!
 
Ey sen, ey onun rûhu ve ey mâtem-i seyyâl
Ey şimdi bakan hüznüme, âh ey kamer-i lâl."