bugün

sözde ermeni soykırımı

George Romero'nun, senaryosu stephen king'e ait creepshow filminde bir aile, babalarının ölüm yıldönumunde onu anmak üzere yemek masası başında toplanır. Yıllar önce, kız kardes, adamın doğum gunu kutlaması sırasında durmadan tekrar ettiği ''baba pastasını istiyor!'' talebine karşılık kafasına vurarak onu öldurmuştur. birdenbire, evin arkasındaki aile mezarlığından garip sesler duyulmaya başlar, olu baba mezarından çıkar, cani kızkardeşi öldürür, karısının kafasını kesip bir tepsiye koyar, kremayla kaplar, mumlarla susler ve memnuniyetle, ''baba pastasını aldı!'' diye mırıldanır.

Populer kültür edebiyatında ve sinemasında creepshow filmindeki gibi onlarca geriye dönen olulerle karşılaşabiliriz. her geri donuş bir talebi yerine getirdikten sonra tamamlanabilmektedir. oluler çoğu zaman birer simgesel borcu odettikten sonra mezarlıklarına çekilmektedirler. yaşayanları tehdit eden bu olum fantezilerinde, oluler niye geri dönmektedirler. bu soruya zizek, lacana yaslanarak net bir cevap vermektedir ''usulunce gömülmedikleri için, yani cenaze törenlerinde bir şeyler yanlış gittiği için''

holokosotun ölüleri ve ermeni tehcirine maruz kalmış ölülerin yirmibirinci yuzyılda bile sık sık bizi ziyaret etmesi tam olarak böyle bir trajedi ile acıklanabilir. insanlığın toplumsal travmasına yerleştiremediğimiz bu olumleri, tum boyutları ve ölçüleri ile kabul edemediğimiz sürece geri döneceklerdir. ideoloji içi sıkışmış, birer ceset olarak değerlendirdiğimiz ölümleri, gunluk siyasetin birer nesnesi kılarak kaba düşüncenin merkezine koymak o olülerin talep ettiği tanıklık değildir.

Trajedi yuklu olsun veya olmasın her ölünün olumsal anlamda bırakacağı iz, kendi sınırlarımız içerisinde onunla serbest cağrışım diyebileceğimiz bir alışverişe gecebilmemizdir. bir ölünun maruz kaldığı sonsuz tıkanmışlık, o olume bakan bir canlıda da buyuyebilmektedir. tersine cevirme olarak okuyabileceğimiz ölüm ve canlı ilişkisi bir aynıda nabız atışını keşfederek onun derinliği üzerinden kendi benini sorgulamaktır.

holokosotun, ermeni tehcirinin, gulagın yada siyasi literaturunuzun öne alınmış diğer ölümlerinin öznesi olarak hissetmek o olulerle yakınlaştığınız anlamı taşımıyordur. çokça o olumlere uzulebiliyor bir diğer boyutuyla onu kavrayabiliyorsunuzdur. ama bu o oluleri asla anlayıyorsunuz demek değildir. tum insanlık trajedisinde yer eden olumlerin hala bizim tarafımızdan anlaşılmayan en guclu butunluğude böyle bir bakış acısına sahip olmamamızdır. kendi ölümlerimize sahip çıkarken, onlarla etkileşime gecerken, onlara dokunarak kendi iktidarımızın meşru huviyetini sağlamlaştırıyoruz.

holokosot da yitirilen milyonlarca yahudi, bugun bile israilin stratejik dayanak noktası. kendi olulerini yuzyıllardır tasarladıkları devlet aygıtına enkaz edebilecek kadar, o olumlerin uzağında saf tutuyorlar. israile bağlı her vatandaş mutlak anlamda o olulerin ağır yasını hala içlerinde barındırıyordur. o olümlerin israil dışındaki herkese anlattığından daha farklı bir anlamı olduğu onlar için mutlaktır. fakat holokosot da soykırıma tutulan milyonlarca yahudinin bizdeki yansıması neresinden yaklaşılırsa yaklaşılsın saf haliyle ''üzüntüdür''. israil'e inanmış milyonlarca yahudi bu uzuntunun yanına ağır bir öfkeyi de hiç yadsımadan koyabilmektedir. ona o olulerin anlattığı tek bir şey varolduğuna inanmaktadır; ''sende bu trajediye'' ugrayabilirsin. kendi trajedisinin önune gecebilmek, yıkılmalardan kurtulabilmek için diğer bir halkı trajedi içerisinde tutabilmektedir. holokosotun olulerini anlayabilmiş bir israil o olulerle gercek bir butunsellik sergileyebilmiş bir israilli tamda yaratılabilecek trajedilerin onune gecebilmeyi tezahur ederdi. o olulerin yaşadığı trajedi tumuyle kendini mağlup ve yenilmiş hisseden bir ulusun kendi olumlerini anlayabilmesinden uzak olmasındandı.

bir değişik acısıyla ermeni tehciri de o trajediyi anlayamayanların etki alanlarında çürümektedir. gittikçe kendi varlık alanını öluleri ile kurmaya çalışan ermenistan adeta dehşeti onaylayan zemini işgal etmektedir. trajedisini her alanda bir iktidar dayatma biçimi olarak içselleştirmesi onun trajedisine bakışını da belirginleştirmektedir. azerbaycanla yaşadığı çatışmalarda, azeri halkına dayattığı ağır yıkım ve katliamlar trajedisini öfke ile nasıl başat hale getirdiğini ifade eder!

yaşanan tehcirin insanlığın toplumsal hafızasına sokulması ancak bu olulerden iktidar araklayan zihinden soyutlanması ile başlayabilir. aşkın ve sadistce bir ruhun anadolu coğrafyasında yarattığı yıkım yine bu coğrafyanın o oluleri siyasete yedirmeyen gercekliği ile oluşturulacaktır. 90.000 askeri ve ermeniler üzerindeki tehciri, sadece bu ruhun hizmetinde harcayan zihniyet, toplumsal alan bulunduğunda mutlaka bir zemine oturtulacaktır.
olumlere çıkarımsızlıktan uzak yaklaşan bir butunselliğin sağlayabileceği mutabakat ancak, o olulerin arzuladığı istenctir.

nesne olarak olulerden bir halk birlikteliliği orgutlemeye çalışmak, evrenselleştirilmiş tümden şüphecilik yaratmak, kendi trajedini meşrudiyet aracı kılmak o olülerin yitim armonisini duyamamaktır. böyle bir armoninin içerisinde yitirilmiş milyonlarca beden yeni kayıp ve katliamların tinselliğini oluşturabilir..

21 yy'a sızabilmiş tum o trajedilerin hala tum insanlığa dönuk bir yuzlerinin olması, çokça o olumleri anlayamayan kendi uluslarının eseridir. sık sık mezarlıklarından çıkıp geri donen bu oluleri, usulune göre once kendi ulusları gömmeyi ödev edinmeliler. kendi trajedisini dayatan her iktidar mutlak anlamda onu karşılayabilecek farklı bir trajedi ile sınanmış bir iktidar alanını karşısında bulabilir. belki de sırf bu yuzden herkes kendi trajedisine dönüp defalarca baksın ve trajedilerinin keyfini çıkarsın onlarla bu an gibi bir özdeşlikten çok daha makuldur.