bugün

uuserlardan denemeler

bu yazının;

yarısı yalan,

yarısı kurgu,

tümü ise gerçektir...

buraya kadar! herşeyi noktalayacağım zaman, bu zaman sanırım. gecenin en koyu vakti. şakağımda 44'lük sweet&wesson'ın hissettirdiği ölüm soğukluğu ile odamın penceresinden yansıyan yüzüme bakıyorum. pişmanlıklarımı, yalnızlıklarımı ve herşeyden vazgeçe vazgeçe bambaşka biri olduğumu görüyorum. çünkü unutamıyorum. unutmak, ölmektir. unutamadığıma gore ölmeyi deneyebilirim. bu 44'lük işimi görür. silahı şakağımdan çekmeden macallan marka viskimden bir yudum aldım. bardağı yerine koymayıp elimde tuttum. gözlerim halâ penceredeki yansımamda. ölümüme bir kaç dakika var ve bir saniyesini bile kaçırmak istemiyorum. silahın horozunu yavaşça geriye çektim. çıkırt! silahın çıkardığı bu sesi seviyorum. çünkü beni korkutuyor. korkmak, bana hâlâ insan olduğumu hatırlatıyor. o zaman biraz düşünelim. bu trajedinin içine nasıl düştüm? ve intihar etmek için neden hep gece yarısı seçilir? belki de gece, gündüzün tüm yalanlarının üstüne örtülen siyah bir çarşaf gibi olduğu içindir. neden olmasın? ve herkes uyuduktan sonra gecede kalanlar, geceye ait olanlardır. ölüme ve geceye ait olanlar ise şu anda şakağına sweet&wesson'ı dayamış penceredeki yansımasına bakarak kendi isini bitirmeye çalışıyordur. sanırım. ya da ben herkesi kendim gibi zannediyorum. fakat kimse benim gibi değil. bu yüzden belki de bu duruma kadar geldim. insan ölmek için doğar...

tekil şahsımda çoğul yalnızlıklar yaşadım. halâ da yaşıyorum. ve işimi bitirdigim anda ortada yalnızlığımdan eser kalmayacak. sadece etrafa saçılmış somut beyin parçalarını görebilecekler. oysa ki tüm vücuduma yayılmış yalnızlığımı gorebilseler, beyin parçalarıyla uğraşmazlardı.

kendime acıyorum. kafamın icinde yitirilmeye yüz tutmuş, sesi soluğu kesilmis bir kaç mutlu anılarım var aslında. daha ölümü hissetmemişken, herkes gibi yaşarken, onu severken, onunla bir yakadan diğer bir yakaya geçerken "dünya ancak bu kadar büyük olabilir" diye düşünürken, denizin sesi ve ayrılığın sessizligi beynime işlememişken, annem beni yanağımdan öpüyorken... silahın horozunu yerine geri getirdim. aniden koltuğun üstüne doğru fırlattım. elimde duran bir bardak viskiyi kafama diktim. silahı fırlattığım koltuğa oturdum. gözlerim donuk bir biçimde boşluğa bakıyordu. kendime geldim. silaha doğru döndüm. namlusu bana doğru dönüktü ve sanki bana " bu defa sen kazandın" diyor gibiydi. cevabım gecikmedi. " bir dahaki sefere, sıkı tutun..."