ihsan oktay anar, nam-ı diğer 'gerçek uzun adam', tarafından yazılmış, istanbulun tarihi sokaklarında başlayıp, karşıyaka ile biten, türbe yeşili mükemmel bir kapağa sahip orta karar bir roman. kendisini -nedense- daima haklı ve mükemmel gören idris amil denen bir zat-ı muhteremin öyle böyle olmayan hikayesini anlatmış. Yalnız, Olayların tam olarak hangi tarihlerde geçtiğini bir türlü anlayamadım.
ihsan oktay anarı çok seven bir insan olarak, Kitap içerisinde sevdiğim yerler de vardı , hoşuma gitmeyen şeyler de vardı. Öyle pek de hassas değilim bu konularda ama idris amile devamlı Efendimiz hazretleri diye hitap etmesi hoşuma gitmedi misal. Bütün işgüzarlık hakkını efgan bakara ile kahvedeki dersler aracılığıyla yaptığı sanat eleştirileriyle kullanmış ve bu sayfalar yalnızca bu yüzden yazılmış. Başka da bir sebebi olmadan eklenen böyle şeyler çok sırıtıyor. Hikayenin içinde hiç yok. Kahramanımızın(!) hikayesini anlatırkene du bi şeyler de ben diyeyim de sanatımızı icra etmiş olalım demek için koyuvermiş gibi.
Kitabın söylediği şeye gelirsek de; Sıradanlığın üst insanı diyerek yine aynı geyiği yapmış.
(#22590936)
Hem adamın yemediği halt, bulaşmadığı mecra kalmamış; bu mu sıradanlığın üst insanı? bu mu hepimizin hikayesi be hacıemmi?
Bu adamın hırsız muhabbetlerini okumak bir ayrı zevkli. Yazmakla bitmez ama kitabın en komik sayfaları hırsızlar zümresiyle ilgili olan kısımlarıydı. Puslu kıtalar atlasında da öyleydi. Adamların mevzuatı var lan. *
Ayrıca bu kitapta, Röntgen çektirdikten sonra annesinin hastalığından kurtulmasına müteakip wilhelm conrad röntgene mevlid-i şerif okutan ve bu vesileyle şifa bulan herkesin de bir fatiha okumalarını tavsiye eden güzel mi güzel de bir karakter var.
(bkz: Efgan bakara)
Bir de yazar, hikayesini anlattığı ana karakter hakkında arkasından konuşmak gibi olmasın ama... der mi ya. *
sonuç olarak eline sağlık ama ağ-bi-miz çok daha güzellerini yapabilecek birisi. Yazarın tarzını seviyorsanız buyrun. Yine alır sizi ordan oraya götürür. Ama boyu posu devrilesice sıradan insanı yücelten bir kitap daha yazmasa bari. *
[+] Gerçekten de idris amil hazretleri bir tabiat mucizesiydi, o tabiat ki, onun her unsuru, dağlar taşlar hayvanlar, cenab-ı hakka secde eder dururdu. Efendimiz madem ki tabiatın bir parçasıydı, bir de kalkıp camide secde etmesi pek lüzumlu sayılmazdı.
[+] silmesi de edep erkan bilir, etiket sahibi, kibar ve görgülü şahıslardı. Öyle ki, kıdemlilere hürmetle a-bi-cim denirken, onlar da astlarına gayet zarif bir şekilde ulan diye hitap ederlerdi. Kısacası bunlar klas adamlardı.
[+] kadınlar kavga etmezdi ama bütün kavgalar kadınlar içindi, medeniyeti kadınlar kurmamıştı ama medeniyet kadınlar için kurulmuştu. Kısacası zaten mankafa olan erkek taifesi, cins-i latifi görür görmez daha da bir delirdiği için, onu elde etmek gayesiyle gece gündüz demeden didinip yırtınarak icatlar yapmış, ayağına üşenmeyip keşif seyahatlerine çıkmış, sırf onları tavlamak için kendini paralayıp cilt cilt kitaplar yazmıştı. hanım kısmı erkeği, zavallının kalbine aşk okunu sokup gebe bırakır, sonra da ona dokuz doğurturdu.
[+] adam bıçakladıktan sonra kuzu kuzu karakola gidip teslim olan kabadayıların tersine bu adamlar, altıpatları yedi kere patlatıp sekiz can aldıktan sonra pavyondan dokuz tabut çıkartabilecek şahıslardı.
[+] annesi yatmış olmalıydı. içeriye girince, kapının hemen yanındaki mumun yandığını gördü. Sırılsıklam olmuş ayakkabılarını ve ardından da çoraplarını çıkardı. Annesi yatağında yatıyordu. Kadıncağız, efgan bakaranın hayattaki yegane varlığıydı. Bu yüzden yanına gidip annesini yanağından öpmek istedi. Ama kadıncağızın yanağı buz gibi soğuktu. Ama o, çoktan ölen kadını bir kez daha öptü. Çünkü annesiydi.**
[+] yükselmiş birini düşürmek, yahut onun düştüğünü görmek, aşağıdakilerde adaletin yerini bulduğu hissini uyandırır ve onlara mutluluk verirdi.
[+] neden sonra kapı açıldı ve elinde idare lambası, suratından uğursuzluk akan biri ona, kapıyı ne diye yumrukluyorsun! Adab-ı muaşeretten haberin yok mu! Edep erkan görmüş hırsız kapıyı çalmaz, maymuncukla açar! diye çıkıştı.
[+] ancak şöhret, bir hırsız için iyi bir meziyet değildi. Bunun için kendi isimlerinden ziyade rumuz ve lakap kullanırlar ve bunları da sık sık değiştirirlerdi. Öyle ki camiada nam salmak neredeyse imkansızdı. Çünkü bu meslek alçakgönüllülüğü gerektirirdi. içlerinden hiçbiri vurduğu servetle övünmez, işlerini ibadet eder gibi sessiz sedasız icra eder, hırsız ile ev sahibi arasına kimsenin girmemesi gerektiğine itikat ederlerdi.
[+] gel gör ki, hırsızlık müessesesine girmek kolay iş değildi! Her şeyden önce, iki kefil ile adli sicil kaydı isteniyor, temiz kağıdı getirenler camiaya kabul olunmuyordu.
[+] gel gör ki, kopyacı talebe, önünde örnek olmadan hiçbir şey yapamıyordu. Çünkü hayal gücü sıfırdı. Eğer ona, gözlerini kapa ve sonra, istediğini düşün, ama mor bir fil düşünme dense, zihninde fil mil bile canlanmazdı.