bugün

zaman ustu yazilar

Zaman Üstü Yazılar] Gazeteler ve gazeteciler
Gazete her tür günlük hadisenin canlı aynası, yirmi dört saatin târihî hâtırasıdır. Matbuat, dünyada olup bitenlere açık bir penceredir. Her sabah oradan insanlık gibi sürekli değişen târihî görünüşleri temâşâya koşarız; âlemin acı ve komik, ürkütücü ve ferahlatıcı, iyi ve kötü geçit resmini izlemek isteriz.

Kan kokusuyla fazilet, aptallık ile felsefe, yalanla doğru, karmakarışık görüş ağlarımızın önünden geçer. Ancak gazeteler vasıtasıyla insanlığın yaşantısından haberdar olur, ders alırız. Gazeteler halkın arzu ve isteklerinin tellalıdır, devlet memurlarının davranışlarını düzene sokarlar. Gazete, millet ile hükümet arasında -her gün görevlerini hatırlatan- bir tercümandır. Matbuat elinde bir meş'ale ile halkın, kamuoyunun önüne düşer: Olayların karanlık köşelerini aydınlatır, okuyucuların gözünde bilinmez, belirsiz, gizli kalan şeyleri siler ve gerçekleri göstermeğe çalışır. Saf görünmek isteyen lekeleri, ikiyüzlülüğe bürünen fesat ve suçları, çırılçıplak ortaya atar. Yüzyılın tarihi içinden gazeteleri çıkarınız: Her şey yoğun bir karanlık içinde kalır. Gazeteciler -söz yerindeyse- millet ordusunun süvari fırkasıdır: iç ve dış düşmanlara karşı ilk hücum onlardan beklenir... Gazete muharriri yalnız davasız bir tarihçi, küçük bir Herodotos değil, aynı zamanda bir uyarıcı ve öğüt vericidir. Her sabah okuyucularını uyarır, fakat ayaklarından çekerek değil, gözlerine gazete dediğimiz pulverizatörle dâima taze hadiselerin tozlarını püskürerek... Gazete yazarla okuyucunun daimi buluşma yeridir; her gün orada buluşurlar.

(…)

Matbuatın aşırılığından şikayet eden okuyucular, biraz tuzluca dedikoduyu içermeyen gazetelere itibar etmiyorlar; ciddi dediğimiz nüshalar küçümseniyor, satılmıyor; ciddiyet bize pahalıya mal oluyor. Hakkımızda en acı serzenişleri reva görenler sabahleyin gazetelere göz gezdirirken içlerinden pek hayırlı ve itidalli olmayan bir ses: "Bakalım, bugün de kimin ayağına ip takmışlar?" diye fısıldar, ellerindeki gazete sayfalarında yüzünden maskesi kaldırılan bir hâinin rezillikleriyle ilgili ayrıntıları arar ve şayet aradıklarını bulamazlarsa -umduğunu bulamayanlara mahsus- bir hoşnutsuzlukla gazeteyi bir tarafa atarlar. Gazeteleri gazeteciler yazar; fakat okuyucular yazdırır. Kalem gerçi muharrirlerin elindedir; fakat telkînler hemen dâima okuyucuların kalbinden gelir. Gazeteci bütün yetenekleriyle, beyniyle uyanık durmalıdır. Bu yorucu bir şeydir; bununla beraber cimnastik gibi ruha biraz alıştıktan sonra, o kadar tatlı gelir ki adeta bir tutku hâlini alır. insan tütüne, biraya alıştığı gibi gazeteciliğe alışır, o derece ki başka meslek ve uğraşılardan artık lezzet alamaz olur. Bakın, istibdat devrinde gazetecilik kadar tehlikeli ve hakir görülen bir meslek olmadığı halde Ahmed Rasim ve Zühdü Beyler Maarif Nezâreti'nin kendilerine gösterdiği rahat makamlara matbaaların hasır sandalyelerini tercih ettiler!.. Gazetecilik yorucu, fakat eğlenceli bir sanattır: Yarınki olayları herkesten evvel öğrenmenin ruhu okşayan öyle bir zevki vardır ki! Hâdiseler sanki tercihen önce gazeteciye, vücutlarını arz ederler.

(…)

Bizde muh(a)birlik sanatı hemen hemen hiç bilinmemektedir. Bizde muh(a)bir hemen hemen hiç yoktur. Böyle olduğu için hadiselere ait sütunlar uzayıp giden tefrikaların, dedikoduların hücum ve işgaline uğramaktadır. Avrupa'da muh(a)birlerden beklenen görevleri tam anlamıyla yerine getirebilecek muh(a)bir bizde yoktur. Avrupa'daki muh(a)birler zekâları, faaliyetleri, sür'atleri, nüfuz kabiliyetleri itibariyle insandan ziyade bir şeydirler. O kadar hassas, o kadar zeki, öyle yüksek kavrayış sahibidirler ki bir ses, bir koku, bir sandalyenin konumu onlar için birer bilgi kaynağıdır, sanki yalnız gözleriyle değil kulaklarıyla, burunlarıyla, bütün duygu organlarıyla görürler. Çok iyi bir fikrî eğitim almışlardır. Geniş bilgi sahibidirler: Mevcut antlaşmaların şartlarını, bütün muâhedenâmeleri; kongrelerin, konferansların ayrıntılarını; devletler hukukunu, devletlerin siyasî geçmişlerini ve gelişmeleri bilirler; birçok bilim dallarından haberlidirler. Hattâ kimyadan, ibnü'r-Rüşd'ün felsefesinden, Kırgız tarihinden, her şeyden az çok vukuf ile bahsederler. Bulundukları noktadan kımıldamaksızın cihanın uzak bir bucağında zuhur eden hadise hakkında ayrıntılı bilgi verebilirler. Avrupa'da muh(a)birler havadis makinası haline gelmişlerdir. Ciddi ve hakiki muh(a)birler, büyük saygı görmektedir; çünkü fedâkârlıkta gazete muharrirlerinden daha ileri varmışlardır.

(Bu metin, Cenab Şahabeddin'in 1908 yılında Tanin gazetesinde yayınlanan ve daha sonra Evrak-ı Eyyam adlı eserinde yer alan "Gazetecilik", "Gazete ve Gazeteciler" ve "Muhabirler" adlı yazılarından kısaltılarak ve sadeleştirilerek alınmıştır.)

(Evrak-ı Eyyam, Haz: Hasan Akay, Timaş Yayınları)