bugün

the fountain

iyi veya kötü diye yorum yapamadığım film. çünkü anlayamadım tam olarak. zekam el vermedi.
anlayamadığım bir film bir başyapıt da olsa beğenmek zorunda değilim sonuçta.
he bir de ekşi sözlükteki bir elemanın tanımı da çok güzeldi onu da zikretmek istiyorum burada;

"çaresizliği gördüğüm filmdir. gerisinden bir bok anlamadım. sinema kültürüm bu kadar."

evet filmde çaresizlik ve çarenin peşinden koşma anlatılıyor da alemlerden alemlere akması inception havası katar gibi olmuş ama bence film bu şekilde olmamış. yani aslında olmamış demem de doğru olmaz. çünkü filmde birçok şey felsefi bir şekilde anlatılmış-anlatılmaya çalışılmış. simgelenen birçok şey var ve bunu elektronik mühendisliği okuyan bir insanın beyninin algılayamaması normal. hele hele benim kadar az zekaya sahip bir insan için ne kaparsa kardır da diyebilirim.

böyle simgesel şeylerle mesaj vermeye veya birşeyler anlatmaya çalışan filmlere basmıyor benim kafam. matrixi de anlayamadım mesela. kapasite meselesi. ama felsefi düşünebilen insanlar için güzel bir film olduğunu düşünüyorum. evet önemli olan düşünebilmek. ben zekayı daha az yoran, anlamak için çok çaba gerektirmeyen filmleri tercih ediyorum. bu alanda da birsürü müthiş film var nasıl olsa.

--spoiler--
ama şu hatunu kaybetme sahnesi beni derinden yaraladı. ister istemez kendimi koydum onun yerine. (lan daha sevgilim yok bi de he. yalnızlıkta bile böyle duygusal olabiliyormuşum ben). allah her güzel birliktelikte er yada geç iki kişiden birini veya ikisini birden alacak da bunun genç yaşta olması çok kötü be. o durum çok koyar heralde adama. düşünsene dün dolu olan o yatakta bugünden itibaren teksin. zor valla.
--spoiler--