insan tabiatını tanıma kitabında 'insan kişiliğinin gelişmesinde aşağılık duygusunun ve bu duyguyu gidermek için gösterilen çabaların anlamı ve önemini dile getiren, bir zamanlar freud'un öğrencisi olmuş, psikanalizin öncülerinden ve bireysel psikoloji kavramının oluşumundan sorumlu insan. öne sürdüğü yöntemler ve düşünce sistemleriyle freud'dan oldukça farklıdır.
"kendini başkasının yerine koyabilme yeteneği, bir insanın başka bir insanla konuşması esnasında ortaya çıkmaktadır. bir kimse ile özdeşleşme mümkün olmazsa, o kimseyi anlamamız imkansızdır. dram, bu yeteneğin sanat alanındaki ifadesidir. kendini başkasının yerine koyabilme yeteneğinin başka örneklerine, bir insanın başka bir insanın tehlikede bulunduğunu fark etmesi halinde duyduğu acayip bir rahatsızlık duygusunun ortaya çıktığı durumlarda rastlıyoruz. bu duygu o derece kuvvetli olabilir ki, insan, kendisi için herhangi bir tehlike olmasa bile, elinde olmayarak savunma hareketleri yapar. birisi bardağını düşürdüğü zaman yapılan o çok iyi bilinen hareketi hepimiz biliriz. bir kriket oyunu sahasında bazı oyuncuların topun gidişini birtakım beden hareketleri ile izlediklerini, böylece sanki topun gidişini etkilemek istermiş gibi hareketlerde bulunduklarını görürüz. aynı şekilde futbol maçları sırasında da büyük tribünde yer almış olan bütün seyirciler, tutmuş oldukları takıma doğru eğilecekler ya da top öteki tarafta olduğu zaman birtakım karşı koyma hareketleri yapacaklardır. bunun herkeste rastlanan bir belirtisi, bir otomobilde bulunan kimselerin, tehlikede olduklarını hissettikleri anda ellerinde olmadan yaptıkları o hayali fren hareketidir. yüksek bir binanın üstünde cam silen birini gördüğü zaman bir kasılma ve savunma hareketi yapmaksızın geçebilen pek az kimse vardır. bir konuşmacı birdenbire şaşırıp da konuşmasına devam edemediği zaman, dinleyiciler bir rahatsızlık ve sıkıntı hissederler. özellikle tiyatroda kendimizi oyuncuların yerine koymaktan ya da kendi içimizde çok çeşitli roller oynamaktan kolay kolay kendimizi kurtaramayız. bütün hayatımız, özdeşleşme yeteneğine sıkı sıkıya bağlıdır. bir başkası imişiz gibi hareket etmeyi ve hissetmeyi dile getiren bu yeteneğin kaynağını arayacak olursak, doğuştan gelen bir sosyal duygu ile karşılaşacağız. bu, gerçekten de, evrensel bir duygudur ve birbiriyle ilişkili unsurlardan oluşan bütün bir dünyanın kendi içimizdeki yankısından başka bir şey değildir; insan olmanın kaçınılmaz bir ayırt edici niteliğidir. bize, kendimizi kendi dışımızdaki nesnelerle birleştirme yeteneği vermektedir."