güzellik, aşk, estetik, ilişki, alışkanlık, paranoya...
hepsine ne de güzel atış yapmış kim ki duk, filmdeki atış sahnesindeki 9'ların aksine, tam isabet.
film, bin jip'in en güzel sahnesinin bilgisayarda görünmesiyle içine çekmeye başlıyor seyirciyi, bismillah.
uzun süren ilişkilerdeki alışkanlık ve sıkılma belirtileriyle devam ediyor. aslında benim düşüncemin tam tersini söylüyor. aşkın da zamana direnecegini, hep odakta olmasa dahi, bir agaçta asılı bir adak çaputu gibi gözlerden ırak salınmaya devam edecegini vurguluyor. aşkın karşılıgının heyecan olmadıgında ısrar ediyor. bunda kani oldum mu bilemiyorum ama, hemfikir oldugumuz bir nokta var, o da sevgililerin bazen ayrı düşmeleri gerektigi; hep taze, hep korpe kalabilmek için, her gün aynı yastıga başkoymamaları gerektigi. işte tam bu noktada, filmin çıkış fikrinin, film boyunca beni eternal sunshine of the spotless mind'a götürmesi gibi, konu da kendiliginden esotsm'a geliyor. alışkanlıklar, bıkkınlıklar ve o bedeni çok iyi tanımaktan mutevellit musamaha eksikligi sonucu ayrılıklar. biri simasını silmek istiyor, digeri hafızasını. biri o aşkı tekrar yaşatabilmek, digeri tamamen öldürebilmek için de olsa temelde aynı acı yatıyor: acı çekmeyi istememek. insanın başına gelen en güzel şeyin, aşkın bir zehir oldugu kadar panzehir de olması veya tersten bakarsak bir panzehir oldugu kadar bir zehir de olmasının kaçınılmaz sonucu. bir mutluluk oldugu kadar, mutsuzluk; bir coşku oldugu da korku. ne kadar yürek burkucu seh-hee'nin sözleri: ''benden sıkıldın mı... o zaman onu düşünerek seviş benimle.''
neticede filmdeki mantıksızlıkları göze alacak kadar battıysanız filme, başarısı konusunda bin jip ile kıyaslayacak kadar ileri gidebilirsiniz. son sahneleri oluşturan seh-hee'nin keşif/paranoya eksenindeki insanı çıldırtacak arayışlarını onunla aynı kalp çarpıntısıyla yaşayacak dereceye gelebilmek, kim ki duk'un hakkını yememeyi gerektiriyor. hele ki o heykel parkı...