bugün

bukalemundan mektuplar

merhaba sonbahardan kışa geçiş evresi burukluğu,

sağnak yağan yağmurda, sileceklerinin plastiği bitmiş arabada ilerlerken "önümü göremiyorum" diye hayıflandım kendi kendime. boğaziçi köprüsünde önünü görmene gerek yoktur zaten, yan taraftaki gerçek olduğuna hala kendimi ikna etmeye çalıştığım varolan en güzel manzara önkörlüğe en premature teselli. lakin önümü göremiyorum iç sesiyle tetiklenen farkındalıklar silsilesi, öngörülemeyen telaşlı kederlere kapı açtı benliğimde. ruhumdan çatırdamaya sesleri duymaya başladım o andan itibaren. bir kadını kaybetmemek için çabalamayı özledim ben.

mutlak yalnızlıklar içindeyim. sevmediğim tenlerle sevişirken, geçmişin kıymetli zamanlarına buruluyorum. eskiden sevişmek yüce bir duyguydu. kalbim kilometrelerce öteden çarpmaya başlardı. eskiden sevişmek aşkın bir parçasıydı. yüzünü severdim sevdiceklerin, hisler dolardı ciğerime. öpüşmeden hemen önce; "cızzzzttt" elektrik arkları oluşurdu, atardı arklar gözlerden gözlere, bedenlerden dışarı taşıp derinin üzerinde dolaşırdı.

bir kadını kaybetme korkusunu özledim ben. işine gelmiyorsa siktirgit diyebildiğim kadınlarla sevişmeyi sevmiyorum.

eskiden öpüşmek, çikolatalı kek kıvamındaydı. çilek tatları alırdım, yasemin kokuları dolardı ciğerlerime. boynunu öpmeye yeltendiğim kadın, karşı konulamaz o duyguya teslim olup kendini salıverince, tenine değen tenim festival fişekleri atılmışçasına coşardı huzurdan.

yüzünü seyrettiğim kadınlarımı özledim ben, saçını düzelttiğim, yanağını okşadığım. ayakta durmak için bana güvenen, içindeki bütün kederleri yalnızca bana açan kadınlarımı özledim.

bir şiir çalındı kulağıma geçenlerde:

Güzel olan
Mevsimlere dur demek
Kar yağarken çiçek açtırmak ağaçlara
Güneşi bir akşam saatinde tutup bırakmamak
Sonra doldurmak ay ışığını kadehlere
Delicesine içmek
Ve unutabilmek her şeyi ansızın
Sevmek seni en yücesiyle sevgilerin
Birlikte geçmiş, gelecek bütün çağları aşmak
Güzel olan
Sevmek seni Tanrılar gibi
Seninle Tanrılaşmak...

bunu söyleybilecek kadınlarımı özledim, özlüyorum şu an;

kocaman bir evde yalnız başına oturmak acıklı sonla biten bir dünya klasiğinin son sahnesini gerçeklemek gibi. ev kocamanlaştıkça, evet gerçekten öyleymiş,
hayatındaki ölçülebilir boşluk miktarı da kocamanlaşıyor. somut acı kıvrandırıyor, yeterince soyutu varken.

kocaman bir ev; bomonti, marlboro, karanlık oda, bir monitör aydınlığı, en hüzünlüsünden müzikler...
arttıkça tüketen farkındalıklarımı sikeyim...