bugün

bukalemundan mektuplar

bunların hepsi sen gittikten sonra..

ve sonra o, yeni sen oldu..

bu yazdıklarım hep o gelmedikten sonra..

evet, evet .. selamlar merve; ben yine kim oluyorsam, yine sana umutlanıyorum mühendis mühendis..

ben senin beni sevebilme ihtimalini bilmiyorum..

eski sen; göğsüm daralıyor ve yüreğim kanıyor, olmasaydı sonumuz böyle.

ama olmuş ve ölmüşün çaresi yok, sensizliğin de..

seni aştıkça kurtuluş yok! yeni senler çıkıyor. çünkü bu yürek son çarpıntısında bile aşkı bekleyecek, o kadar ümitsiz ümitler peşinde bu yürek.

ruh şemalimi tasvir edecek olsam şöyle derdim. bir şubat gecesi, gece yarısından sonra kafasında beresiyle kilit taşlı sessiz cihangir sokaklarında yalnız başına yürüyen bir adam. saçı sakalı uzayıp birbirine karışmış. başında kulaklarını kapatmayan bir bere. elleri pardesüsünün ceplerinde, başı öne doğru eğilmiş yere bakıyor yürürken. düşünüyor adam ve ağzından yalnız ve kıyamet soğuğu şubat gecesine ait buharlar çıkıyor. adam sürekli düşünüyor, hüzünlere bezenmiş girdaplı düşüncelerle. sokakta duyulan tek ses , adam yürürken bastığı kar yığınlarının gıcırtısı. belki sonra anlık bir çınlama; marlboroyu yakan zipponun sesi, hepsi bu. oysa o şubat gecesi sessizliğinde düşünceler çığlık çığlığa.

o adam işte, benim. zaten bir şubat gecesi doğmuşum.

sonra firuzağaya çıkıyorum, ordan da yukarı tırmanıp istiklale çıkıyorum. yine süslerle bezenmiş ışıklı dünyalara adımlar atıyorum, geceye kalmış şarapçıların ve kanyakçıların arasından geçerken. meydana varıyorum, ellerim buz kesmiş, bağırıyorum :

- taksi!
- neresi abi?
- mecidiyeköy...

uyanıyorum ertesi bir iş gününe. çekiyorum üstüme "casual" kıyafetlerimi, üff jilet! kravat, fönlü bir saç, armani Eau De Nuit Edt parfümüm, parlak kösele ayakkabılarım.
otoparka gidiyorum, arabamı alıyorum. aynadaki yakışıklı hazır işine gitmeye. focacciadan kahvaltı için bir sandwich , salamlı ve kaşarlı; kadın sesleniyor dükkandan çıkarken, iyi günler beyefendi. fransız lordları gibi çapkın bir gülümsemeyle ardımda bırakıyorum onu, çünkü siyah çorabın üzerine giydiği mini etekten süzülen bacakları hoşuma gidiyor. kontağı çevirip motoru çalıştırdıktan hemen sonra takıyorum rayban güneş gözlüğümü, ve ön camı yarım açarak yakıyorum yemek sonrası keyif sigaramı. araba ilerliyor ve ben gösterişli hayatımın yıldızlarında ışık hızıyla hareket ediyorum.

oysa ben o şubat gecesinin yalnız adamıyım. ölüyorum lan yalnızlıktan ve işin tuhafı bu hoşuma gidiyor. bu yalnızlık özgürlüğünü ve acısının hazzını feda edebileceğim bir değeri bekliyorum ben anlamsızca. çünkü bir insanın beynindeki kötü düşünceleri öylece alıp geride boşluk bırakamazsınız; yerine kayda değer birşey koymanız gerekiyor. ve ben hiçbirsen bulamıyorum oraya koyacak. ölüm bir gece daha yaklaşıyor bana. ama benim her anım bir şubat gecesi, şekildeki akdeniz yazı gecesi mehtaba karşı sahilde oturan adam profilime inanmayınız...