ihsan Oktay Anar, her kitabında olduğu gibi, güzel bir anlatımın felsefi derinliklerine yolculuyor okuyucuyu. Kitap içinde aşırı dozda, felsefe, tarih, edebiyat, denizcilik, macera barındırıyor.
--spoiler--
Kitabın içeriğine ve felsefik yönüne geçmeden önce, ihsan Oktay Anarın bu kitabında, diğer kitaplarına göre daha terimsel bir anlatım izlediği ve söz konusu anlatımın içeriği denizcilikle ilgili olunca, bu terimsel anlatıma biraz mecbur kaldığı sonucu ortaya çıkıyor. Yanınızda bir sözlük olmadan, macera açısından bir tat almanız mümkün değil. Bu durumun akıcılığı engellemesi, kitaptan alınan haz miktarını epey düşürüyor. Üstelik bazı terimlere genel sözlüklerde yer verilmemiş, bu yüzden kelimeleri aramak için başka başka kaynaklara başvuruyor ve bu araştırma sırasında da okuduğunuz bölümün bazı noktalarını unutabiliyor, paragrafı baştan okumak zorunda kalabiliyorsunuz. Bu nokta, bir yanılgıya da açıklık getirmek gerekiyor. Yanlış bir bilgiyi de burada düzeltmek gerekiyor. ihsan Oktay Anarın Osmanlıca hakim anlatış tarzı, okuyucuyu da bir yanılgıya düşüyor ve kimileri Osmanlıca kelimelerin bu akış bozukluğuna yol açtığını söylüyor. Bilgi açısından denizcilik terimlerinin hemen hemen hepsi italyanca kökenli.
Bir Kalyon mürettebatıyla bilinmez enginlere doğru yolculuğa çıkıyor. Kimine göre, Osmanlı donanmasına ait iki fırkateyni batıran bir geminin, kimine göre padişahı dolandıran bir düzenbazın peşine düşüyorlar. Gabyarlardan marinellere, aylakçılardan aşçılara, yeniçerilerden marangoz ustalarına kadar 247 kişiden oluşan mürettebatın davetsiz bir misafiri oluyor ve bu davetsiz misafir ile ilahi düzen bozuluyor.
Kitabın sayfalarını çevirdikçe, deniz sesi kulaklarınızda yankılanıyor. Yosun kokusu burnunuzun direğinde yer ediniyor. Amatın mürettebatıyla birlikte, bilinmez yolculuğa siz de katılıyorsunuz.
Kitabın felsefi açıdan çözümlemesini yapmak için epey kafa yormak ve hatta birkaç kez kitabı okumak gerekiyor. Buna rağmen bazı noktaları çözümleyememek ve bu noktaların açıkta kalması mümkün. Örneğin, dini göndermeler ve simgelemeler açısından sıkıntı yaşamak mümkün: Kaptan Efendi Diyavol Paşanın şeytanın bizzat kendisi mi olduğu, yoksa ruhunu şeytana mı sattığı kafayı epey karıştırıyor. Ali Reisin bir sayfada şeytanın ağzından konuşması, Kaptan Efendiyi tanrı mertebesine de yükseltebiliyor. Zaten kitap konusundaki en büyük kafa karıştırıcı noktada buradan kaynaklanıyor.
Kişisel kanaatim Kaptan Efendi Diyavol Paşanın bizzat şeytanın kendisi olduğu yönünde işlediği en büyük günah ise, Allaha karşı gelmek. Kitap boyunca Süleyman Reisin ruhunu satın almaya çalışıyor.
Simgelerin ve yaşanan her olayın çözümde önemli bir rol oynaması kitabın çözümünü zorlaştırıyor. Celladın, kaygusuzu içtikten sonra, geminin altına açılan bir kapağı merak etmesi ve buradan malik isimli bir yaratığın çıkması ve bu bölüme girişin yasak olması, Dantenin cehennemine bir gönderme gibi gözükse de, Süleyman Reisin Diyavol Paşanın kitaplığından aldığı kitabı açtığında her zaman aynı kehaneti okuması bir arafta oldukları çözümlemesine bizleri yönlendiriyor. Süleyman Reisin okuduğu kehanetin sonu şöyle bitiyor: Günahkarlar kötülüklerinden dolayı öte dünyadan mahrum olurlar ve tıpkı hayvanlar gibi yok olup giderler. Mürettebatın aynı şeyleri defalarca yaşadığı, yani defalarca aynı şey yüzünden öldükleri, Diyavol Paşanın siyah sancağı çekmesi ve iki fırkateyni batırması ile açığa çıkıyor. Aslında burada mürettebatın ölümsüz olduğu, ahir hayattan mahrum edildiği ne cehenneme ne de cennete gidebildikleri ve dolayısıyla arafta oldukları sonucu yine karşımıza çıkıyor.
Goethenin Faustuna yapılan gönderme ise, bizi başka noktalara götürüyor ve yukarıdaki teoriyle tamamen zıt bir anlam çıkarmasa da, yukarıdaki teoriyi temelinden sarsıyor. Buna göre ise, Diyavol Paşa, gemideki tek günahsız kişinin ruhunu satın alabilmek için, onu ikinci kaptan yapıyor, ölümsüzlük üzerine konuşmalar yapıyor, onu kandırmaya çalışıyor. Süleyman Reis ise ölümsüzlük arzusunu gerçek kılabilmek için, cami bombalamayı dahi göze alıp, Diyavol Paşanın her dediğini yapacağını söylüyor. Burada kafa karıştıran nokta ise, bu teorinin, hikayedeki geri kalan kısımları açıkta bırakması
Kitaptaki diğer karakterler de dikkat çekici, aylakçı olan israfil adlı çocuğun gemide bulunan hücum borusunu öttürebilen ve bundan yedi farklı ses çıkaran tek kişi olması ve hikayenin sonunun bu aylakçının öttürdüğü boruya dayanması güzel bir tat veriyor. Kitap içindeki, herkesin de favori karakteri olduğunu düşündüğüm Fitilli Danyal, nam-ı diğer sakal ya da Emilio Santos Diyavol Paşanın yardımcısı Nuh Ustada ilginç çeken ve bana kalırsa kitabın açıkta bırakılan tek karakteri. Geleceği görmesi, Amatı inşa etmesi ve her şeyin aslında sebebi ve bileni olacakken bu karakterin muallakta bırakılması bana kalırsa kitabın tek eksik yönü.
ihsan Oktay Anar, Amat ile bir kez daha türk edebiyatının günümüzde en büyük değerlerinden biri olduğu ispatlıyor. Çözümleme yapabilmek ve anlayabilmek için tek okumanın yetmeyeceği bir kitap ortaya koymuş. Okunması ve üzerine düşünülmesi gereken bir kitap.
Son olarak, kitap içindeki denizcilik terimlerinden bazıları ve açıklamaları şöyledir:
Aborda: (italyanca) Bir geminin başka bir gemiye ya da bir rıhtıma yanını vererek yanaşması.
Alabanda: (italyanca) Gemilerin borda kaplamalarının gemi içindeki yüzü, yan duvarların iç yüzü. Alabanda ateş, gemide yalnızca bir yandaki topların açtığı ateş. alabanda etmek, dümeni sağa ya da sola olmak üzere, basılabildiği kadar basmak. iskele alabanda, dümeni iskeleye, yani sola doğru çevirmesi için dümenciye verilen komut. Sancak alabanda, dümeni sancağa, yani sağa doğru çevirmesi için dümenciye verilen komut.
Alesta: (italyanca) Hazırda, tetikte.
Armador: (italyanca) Gemide armayı yerli yerine koyan, bağlayan ve arma ile uğraşan usta.
Barata: (italyanca) Osmanlı sarayında bostancı, baltacı ve kapıcıların giydikleri, kırmızı çuhadan ya da keçeden yapılmış, yukarısı geniş ve kıvrık, boyu uzunca başlık.
Çakşır: 1. ince kumaştan yapılmış erkek şalvarı. 2. Paçalı güvercin ve kimi kuşların ayağında bulunan ve süs gibi görünen tüyler.
Destar: Deve yününden yapılmış sarık. Parça parça olup parçalar düşmesin diye binlerce iğne ile parçalar birbirine tutturulur.
Donyağı: içyağlarının eritilmesiyle elde edilen ve olağan sıcaklıkta katı durumda bulunan hayvansal yağ.
Flandra: (italyanca) Donanmaya bağlı savaş gemilerinde ve yardımcı gemilerde pruva direklerinin şapkalarına çekilen, savaş gemilerini, özellikle yardımcı gemileri öteki gemilerden ayıran bir işaret olarak kullanılan ve gerektiğinde bayraklarla konuşmada da yararlanılan, genellikle ince bezden yapılmış, uçkurluk bölümü dar, ensiz ve uzun bayrak.
Gabya: (italyanca) Yelkenli gemilerde ana direklerin üzerine sürülen çubuklar ya da bu direklerin üstlerinde bulunan ikinci yelkenler. Gabyar, bu çubukları kullanan kişiler.
Gomina: Deniz milinin onda birine tekabül eden ölçü birimi; 185,2 metre; 608 feet.
Hisa: etmek, bir şeyi yukarı kaldırmak.
iskandil: (italyanca) 1. Denizin derinliğini ölçme işi. 2. Denizin derinliğini ölçmeye yarayan araç. 3. Çapari ve benzeri oltaların en uç bölümüne bağlanan kurşun ağırlık.
iskota: (italyanca) Yelkenlerin alt köşelerine bağlanarak rüzgardan en iyi yararlanacak biçimde yönetilmelerini sağlayan halat, zincir ve palangadan oluşan donanım.
istinga: (italyanca) Yelkenleri toplamaya yarayan halat. istinga etmek, yelkenleri toplamak.
Kasara: (italyanca) Geminin baş ve kıç yanında olmak üzere iki tane, asıl güverteden yüksek olan kısa güverte.
Kavanço: (italyanca) Yelkeni bir bordadan öteki bordaya geçirme işi.
Kolomborne: 14.-15. yüzyıllar arasında kullanılagelmiş bir tür uzun namlulu kaval top. Görevi esas topları baş tarafta olan kadırgaların bordasını korumaktır.
Külhan: (Farsça) Hamamın altında bulunan, hamamı ve suyunu ısıtan, kapalı ve geniş ocak.
Küpeşte: (Yunanca) Gemilerde borda kaplamalarının en üstü, güverteden yukarıda kalan bölümler.
Manya: Yelken indirme komutu.
Marinel: Usta denizci.
Mizana direği: Üç direkli bir yelkenli gemide en kıçtaki direk.
Mola etmek: Gergin bir halatı koyvermek
Mülâkkap: lakabını taşıyan anlamında bir söz
Orsa: (italyanca) 1. Her iki yönden yelkenin ortasına bağlanan ve yelkenleri yelin esmekte olduğu yöne çevirmeye yarayan ip. 2. Geminin rüzgar alan yanı. 3. Geminin, yelin geldiği yöne döndürülmesi.
Palamar: (Yunanca) Gemiyi iskeleye, rıhtıma ya da şamandıraya bağlamaya yarayan ip. Palamar vermek, bir yere yaklaşıp palamarla bağlanmak.
Palanga: Bir halatla iki makaradan oluşan, ağır şeyleri kaldırmaya, sağa sola döndürmeye yarayan donanım.
Palavra güvertesi: Eskiden harp gemilerinde topların bulunduğu güverte.
Pâyzen: Eskiden kürek mahkumlarına verilen ad.
Porsun: Bir gemide güverte işlerini idare eden ve filikalar ile demir ve güverte donanımından sorumlu astsubay.
Portolan: (Portekizce) Ayrıntılı deniz haritası.
Pruva: Geminin veya sandalın ön tarafı, baş bölümü.
Puta: Koymak, donatmak.
Savlo: Sancak çekmek için kullanılan ince halat.
Seren: Yelkenli gemilerde, üzerinde dört köşe yelken açmak, işaret kaldırmak için direğe yatay bir biçimde bağlanmış olan gönder.
Tıraka: Hamağı yatılabilir duruma getirmek için başucuna ve ayakucuna konulan ağaç.
Tiramola: (italyanca) Geminin rüzgar üstüne ya da altına dönmesi için yelkenlerin kimisini gevşetme, kimisini germe işi.
Usturmaça: (italyanca) Deniz taşıtlarının iskele, rıhtım gibi yerlere yanaşmaları sırasında olabilecek çarpmaları önleyen, halat, lastik, ağaç, plastik gibi esnek bir gereçten yapılmış, sabit ya da taşınabilir yastık.
Varda: Dikkat.
Volta: Bir halatı bir yere bir kez dolama ya da babalara yöntemince sarma
Yisa: Birçok kişinin yaptığı işlerde gayret vermek için sözlenen söz.
Not: Kelimeler, Ali Püsküllüoğlu'nun Türkçe Arkadaş Sözlük'ünden alınmıştır.