bugün

varoluşçuluk

neler geçiyor şu kalplerden. binbir koku, binbir duygu yorumluyoruz her gün. renkler ve zevkler tartışmasız deriz ama nietzsche abimiz;
- hayat zaten bir renk-zevk tartışmasından ibaret değil midir? diyor, doğru da diyor.
hepimiz hayatı, bir yerinden yakalıyoruz. doğru ya da yanlışın anlamları o kadar genişliyebiliyor ki bazen, yok oluyorlar neredeyse. hani evrenin sonuna dair teori vardır ya;
( evren o kadar genişler ki, herşey tekrar içe gömülmeye başlayıp bigbang öncesi küçük noktaya varır) onun gibi de biraz. genişledikçe, yok oluyorlar...
yaşadığımızı kabullenmemiz asıl sorun aslında. yaşıyor muyuz, evet. o halde bu yaşamı sürdürebilmek için yemek yiyor, su içiyor, uyuyoruz.. bunların yanısıra hayatımızı kutsal görebilmek için inançlara sarılıyoruz. ve bundan bağımlı ya da bağımsız amaçlar geliştiriyoruz. bağlı ya da bağımsız olmak da değil mesele.
bir bilinmezlik adasındayız. yanımıza alacağımız 3 şey vardır ya, hani şu ıssız ada meselesi. tam da oradayız aslında. yanımızda ailemiz, sevgilimiz, arkadaşlarımız.. 3 şeyi çoktan almışız aslında yanımıza.
evrende çok küçük bir noktanın içinde bir nokta boyutunda yaşamanın sıkıntısını çekiyor gibi de görünmüyoruz. maddenin değersizliği olsa gerek bu. gene de evrene bakıp da hayran kalmamak mümkün değil. neyse.
ilginç bir dünyadayız cidden. biyolojik bir varlığız, bunun metafiziğe dayandırılıp küçümsenmesi de ayrı bir olay. evrimin inkar edilmesi de. bilimin dinle ilişkisinin sıfırlanmaya çalışılması da.
birgün aşık oluyoruz, aptal gibi geziniyoruz etrafta. erkeği kadınsılaştırıyor aşk. mutlak hedef erkeğin kadınsılaşması olamayacağı için ki birçok noktada bu böyledir ( atıyorum, insan sevinir ama hayat hep sevinmelerden, insan üzülür hayat hep üzülmelerden.. ibaret değildir)
yaşıyor muyuz? evet. o halde yemek ye, su iç..