hayatımda 3 temmuz gününü ölümsüzleştiren eşşsiz şahsiyettir kendisi. o gün ilk işe başladığım gündü. ürkek havam henüz uyanmamışken radyodan kemal sunalın öldüğü haberi geldi. işyerindekiler yok yaa şakadır bir kere daha böyle olmuştu hatta salasını bile okumuşlardı gibi kabullenememenin savunmasını yapıyorlardı. ben de onlara inanmak istedim. ortaya koyduğum savla da inancımı kuvvetlendirdim. kemal sunal lan bu yani şaban. şaban ölür müymüş hiç! fakat heyhat. haber dibine kadar gerçekti. yaz sıcağının bunalımı bu haberle kavurmuştu yürekleri. o dönem rtük filmlerini 12'de göstermesini emrettiği için televizyondan meraklı köfteci filmini izlerken uyumuştum. an gibi hatırlıyorum atv vermişti ölmeden önceki cumartesi günüydü. o an garip bir pişmanlık güdüsü sarmıştı içimi. keşke filmi seyrederken uyumasaydım diye.
gün boyu radyoda çalan tüm şarkılar ona ithaf edilmişti. kıraç'ın 'gidiyorum buralardan tüm rüzgarlar senin olsun' şarkısı çalınca saklanarak ta olsa göz pınarlarımı serbest bırakmıştım yedi karanfilin ayyüzlüm melodisi eşliğinde...
ölüm o an somutlanmıştı gözümde. çünkü hep falanca veya filanca ölürdü ve çokta üzerinde durmazdım ölmüş işte herşeyin başı olduğu gibi sonu da olacaktı derdim bizi vurmayacağı düşüncesiyle. ama işte barıştan sonra şabanımızı da almıştı kara melek. o dönem iki sanrım vardı. ilki ünlü insanlar ünlüdür hep o yüzle kalır asla onlar ölmezdi . ama olmuştu işte. o hayatımızı kahkahaya boğan adam hepimizi can evimizden vurarak gitmişti. ikincisini de ölümünün şokuyla unuttum. her gidiş zamansızdı, ama kemal sunalın gidişi çok erkendi...