''zararsız bir öğrenci yürüyüşü ile başladı herşey. iyice azıtan demokrat parti bir tahkikat komisyonu kurmuş, diktatörlüğe doğru yöneliyor, (ne kadar tanıdık)önüne geleni tutuklamaya hazırlanıyordu. adnan menderes, tbmm'de ''siz isterseniz hilafeti geri getirirsiniz'' ya da ''benim aday gösterdiğim odun kütüğü bile milletvekili seçilir.'' gibi saçma sapan laflar ediyordu. (aynı rte değil mi?) bunları protesto etmek için, üniversite öğrencileri yürüyüşe geçmişti. o sıralarda özgürlük sözcüğü henüz kullanılmadığından ''hürriyet istiyoruz, kahrolsun diktatörlük!'' diye haykırıyorlardı. eğer atlı polisler olağanüstü bir şiddet gösterisiyle, ilkin kılıç sandığım upuzun coplarını çekip düşmana saldırırcasına üstlerine saldırmasaydı, çocuklar uslu uslu fakültelerine ya da evlerine geri dönecekler, 27 mayıs filan da olmayacaktı büyük bir olasılıkla. gelgelelim polis azdıkça azıyordu. (tıpkı bugünün imamın ordusu) acemi biniciler oldukları için, otobüslere çarpan atlarından düşüyorlar, kendileriyle birlikte zavallı hayvanlar da yerlerde yuvarlanıyordu...
polisler, bayazid meydanı'nda öğrencilere ateş açıp gaz bombası atmakla yetinmediler. bumin yamanoğlu'nun emrinde iki ciple üniversitenin bahçesine daldılar. rektör sıddık sami onar ile prof. sulhi dönmezer, onları kimsenin çağırmadığını, böyle bir şey yapmaya hakları olmadığını söyleyince, zeki şahin adlı polis ''kesin sesinizi! bunları siz kışkırtıyorsunuz zaten!'' diye bağırarak, ikisine de birer tokat atıp yere fırlattı. alnından hafif yaralanmış, gömleği kana bulanmış rektörü cipe sürüklüyorlardı; o da ''binmem!'' diye direniyordu...
üniversite bahçesinde rektör polislere karşı direnirken, bayazid meydanında kıyametler kopuyordu. ''rektörümüzü isteriz!'' diye bağıran gençlere karşı atlı polisler, tabancalı, gaz bombalı bir savaş açmışlardı...
şu kadar kişi öldü, şu kadar kişi ağır yaralı diye söylentiler çıkıyordu ortaya. bu söylentilerin en korkuncu, gençlerin et balık kurumu'nun makinalarında kıyma haline getirilmesiydi. neredeyse herkesin böyle bir vahşete inanması, adnan menderes hükümetine duyulan kinin bir göstergesidir bence. daha sonraları ancak iki kişinin -turan emeksiz ile nedim özpolat'ın- öldüğünü, birkaç da yaralı olduğunu öğrendik. 9 haziran'da halet çambel, vahit turhan ve başka meslekdaşlarla birlikte, ilkin cerrahpaşa'daki yaralıları görmeye gittik. kilisli hukuk öğrencisi hüseyin'in bacağı kesilmişti; trabzonlu kenan'ın ayağını bir tank ezmişti. oradan gurabba'ya geçtik. hüseyin ırmak ciğerindeki kurşun yüzünden bir hafta komada kalmıştı. muşlu cengiz de kalçası ve bacaklarından kurşunlanmıştı...
4 mayıs'ta avukatlar cüppeleriyle bir yürüyüş yapmışlardı. bu protesto yürüyüşünden ötürü kısa bir süre tutuklananlar arasında arkadaşım m.ali aybar da vardı. bundan bir gün sonra 5 mayıs'ta ankara'da ''555k'' diye bilinen olay olmuştu. o gün o saatte menderes'in otomobilini saran gençler ''istifa et!'' diye bağırınca, başbakan ordan hemen uzaklaşacağına, sinirlerinin ne denli bozuk olduğunu gösteren bir biçimde davranmaya başlamıştı. arabadan çıkıp ''benden ne istiyorsunuz? beni öldürün öyleyse!'' diye avaz avaz bağırmış, sağa sola saldırmıştı. iyi ki, 27 mayıs'ın halim selim gençlerinin şiddete hiç eğilimleri yoktu. yakalarına sarılıp hesap sorduğu gençler, onun ölmesini değil, istifa etmesini istiyorlardı sadece. ancak çekiştirdiği gençlerden biri onu silkelemiş, dengesini yitirmiş, düşer gibi olmuş bir ara. sonunda başbakanı bir arabaya sokmuşlar, oradan uzaklaştırmışlardı. o gün menderes, türkiye tarihinde hiçbir devlet adamının uğramadığı bir hakarete uğramış, istenilmediği yüzüne karşı açıkça söylenmişti. kendisini küçük düşüren bu durum karşısında istifa edecek kadar haysiyetli davransaydı, ne 27 mayıs darbesi olurdu, ne de sonunda isam edilirdi. ama inat etti. yirmi iki gün daha direndi, başbakanlık zorla elinden alınıncaya kadar direndi...
darbeden bir gün önce bizler gene rektörlük binasındaydık. ama ne gariptir ki, bizlerden başka bir yığın subayda vardı orada. gittikçe azıtan adnan menderes, (rte) öğretim üyelerine ''cüppeli kuklalar'' diye hakaret etmişti. bizler 350 meslektaşımızın imzaladığı, hükümeti protesto eden mektupları bir an önce rektöre teslim etmek istiyorduk. subaylar ise bizlerin bir an önce rektörlük binasından ve üniversite bahçesinden çıkmamızı istiyorlardı. ama ertesi sabah 4:30 da darbenin radyolarda resmen ilan edileceğini, son hazırlıkların yapılması gerektiğini bize söylemiyorlardı elbette...
benden daha genç oldukları için o günü yaşamayanlar, beni canları istediği kadar ayıplasınlar; ama 27 mayıs 1960'ın ömrümün en mutlu günü olduğunu hiç çekinmeden söyleyeceğim gene de. bizler bu darbenin bir kısım askerin değil, bütün milletin bir zaferi olduğuna inanmıştık o sırada. bütün caddeler, bütün meydanlar cıvıl cıvıldı. ömrümde görmedim böylesine candan, böylesine çoşkulu bir bayram havası. bu konuda hiçbir emir verilmediği halde bütün evler bayraklarla donatılmıştı...
uydurma bir demokrasi uğruna, mustafa kemal devriminin yok edilmesine göz yumulmayacaktı bundan böyle.''