türkiye de neden felsefeci yetişmiyor

entry96 galeri
    55.
  1. Türkiye’de felsefenin bugünkü durumu aslında fena değil. Felsefeye farklı bakış açıları var. Bir grup insan felsefeye ideolojik yönden baktıkları için, mesela Marksist felsefeyi kabul edip onun dışındakileri kabul etmiyorlar. Bir grup insan ateist düşünceyi, natüralist düşünceyi, materyalist düşünceyi temel alıyorsa, onlar için de felsefenin dışına çıkılması doğru değil, yani felsefe doğayla da uğraşsa aklın sınırlarını zorlamamalı, onu aşmamalıdır ve değer sahasıyla bilhassa dinle uğraşmaması lazım, dinden, dini anlayışlardan uzak durması lazım gibi düşünenler ve yazanlar var. Ve bu görüşler gittikçe kuvvetleniyorlar. Dolayısıyla böyle düşünenler inançlı olarak felsefe yapmaya çalışanları saf dışı etmeye çalışıyorlar. Siz felsefeci olamazsınız, felsefede bu yok gibi... Bunlar tabi, tarihi seyre de uygun değildir. ilkçağda Yunan’da da dini duygular olduğunu görüyoruz, Sokrates’te, Sokrates’ten öncekilerde, Platon’da, Aristo’da teolojik esaslar var. Ortaçağ Hıristiyan dünyasını bir tarafa bıraksak bile, bazılarının dediği gibi bilhassa bizim Hacettepe’de denirdi bu, teolojik meseleler ortaçağda kalmış, Descartes modern felsefenin babası sayılan bir adam. işte 17.yüzyıl filozofu ve 17.yüzyılın ortalarında ölmüş. Bu adam Hıristiyan vahyine bağlı olduğunu söylüyor. Tanrının varlığını ispatlayan deliller ortaya koyuyor. Bunu yaptıktan sonra onu mükemmel olduğunu, bundan dolayı yanılmaz ve yanıltmaz olduğunu bunun için onun bildirdiği bilgini doğru olduğunu ve kendisinin bilgisinin de doğru olduğunu yani doğru ve kesin bilgiyi Tanrı’nın yanılmaz ve yanıltmazlığına dayandırıyor. Bazıları da diyor ki, bilhassa Batı dünyasında, Descartes da zaten ortaçağ filozofu, ortaçağda yaşamamakla beraber, ortaçağdaki Hıristiyan kilise babalarının etkisindedir, diyorlar. Hatta Leibniz için de bunu diyorlar. Ondan sonrakiler ortaçağın etkisinden kurtulmaya çalıştı filan diyorlar. Malbranche var, papaz zaten, mesleği öyle; efendim, Pascal var. Pascal zaten ömrünü manastırda geçirmiş, Düşünceler adlı kitabını orada yazmış, bir keşiş gibi ya da bir mutasavvıf gibi diyelim, orada bir mistik olarak yaşamış, öyle düşünmüştür ama Batı dünyasında, meselâ J. P. Sartre gibi ateistler de dahil olmak üzere, Pascal üzerine yazı yazmayan yok gibidir. Sokrates üzerine yazı yazmayan yok gibidir. Herkes kendine göre ondan bir şey çıkarıyor. Spinoza var, Leibniz var. Spinoza’nın sistemi tümüyle teolojik bir sistem. Bizim Müslüman filozoflarını çözemediği meseleleri çözmüş gibi görünüyor. Bizde Farabi, ibn Sina gibi filozofların Allah cüzzileri bilmez dediği söyleniyor, ama bu Allah cüzzileri bilir diyor. Batıda yazılmış felsefe tarihleri de yanlış naklediyorlar Spinoza’yı. Sadece Etika’sına dayalı olarak. Kant zaten fidesit bir ortamda, annesi Protestan, yetişmiş. Müslümanlığı da tetkik etmiş. Ömrünün son yıllarında yazmış olduğu “Aklın Sınırları içinde Din” kocaman bir kitaptır. Hıristiyanlığa adeta teslim olmuş. Müslümanlık hakkında da güzel fikirleri var. islam Peygamberi hakkında, zekat hakkında vs. fikirleri olan bir adam. Ondan sonrakiler de, işte Hegel, dindar bir adam. Protestanlığın esaslarından, Hıristiyanlığın esaslarına göre hatta onun sistemini felsefe sistemi haline getirmiş. Üçlü Tanrı inancını (Teslis akidesini) Hegel’in sisteminde yer almadığı bir yer yok ki. Adeta, o yoksa Hegel yok gibi. Ondan sonra bu böyle gidiyor. Günümüzde de bu böyle. Teolojik meseleler ortaçağda kalmış falan demek yanlış, tarihi seyre aykırı. Dindar da felsefe yapabilir dinsiz de felsefe yapabilir. Gücü yeten, kafasına güvenenler felsefe yapabilir. Kabul görür görmez o ayrı mesele. Sen şöyle düşünüyorsun, sen bunu diyemezsin, sen saf dışı olmalısın, senin düşüncelerin felsefî düşünce aykırı. Dolayısıyla Türkiye’de felsefe anlayışı bakımından böyle farklılıklar var. Ama buna rağmen iki taraf da çalışıyor, kendine göre. Tercümeler yapıyor, tezler hazırlanıyor, araştırma makaleleri, araştırma kitapları yayınlanıyor. Bunlar aslında bazı noktalarda buluşuyorlar, birbirlerinden faydalanıyorlar, görüşüyorlar. Zahirde de olsa ortak noktaları var, o da felsefî düşüncenin gelişmesine neden oluyor. Bu dindar ya da inançlı olanların felsefe yapmasını istemeyen insanlar da buna alışacaklardır. Batıda gördükleri gibi alışacaklardır. Takiyettin Mengüşoğlu gibi bazı kimselerin, “Felsefeye Giriş”te, dini yönü olan filozofların bu yönlerinin çıkarılması gerektiğini söylüyor. Yani Descartes’ın böyle Tanrının ispatı gibi görüşlerinin çıkarılması gerektiğini söylüyor. Bunu sistemden çıkarırsanız, sistem çöker. Adam, bilgi teorisini buna dayandırıyor. Bu temelde olan görüştür. Dolayısıyla dindar olan Batıdaki filozofların bizde tanıtımı da eksik ve yanlış, kasıtlı suretle yapılıyor. Onların o yönleri görülmezden geliniyor ve onların o yönü üzerinde durmak isteyenler de görülmezden geliniyor ya da önlenmeye çalışılıyor. Tabi bu da hem felsefî düşünceyi hem onu tanımayı hem de düşünceyi sınırlandırıyor, dogmatik bir davranış. Felsefenin tanımlarına da uygun olmayan bir davranış bu. Ama tabi, Cumhuriyetin başındaki gibi değil, 1950’li 60’lı yıllardaki gibi değil. 1980’den sonra yayınlarda büyük bir gelişme var. Bu hızla giderse daha da iyi olur.

    Türkiye’de neden filozof yetişmiyor?

    Türkiye’de neden filozof yetişmiyor? sorusunun cevabı zor tabi. Eskiden deniliyordu ki işte islam mani oluyor, o bizi engelliyor. Peki Tanzimat’tan beri düşüncede islam’ın baskısı var mı? Yok! Laiklik gittikçe gelişiyor, Cumhuriyetin başında laiklik kabul edildi, 80 senedir laiklik var, dinin tesiri ortadan kalkmaya başladı neredeyse. Ateist de kitabını rahatça yazabiliyor materyalist de kitabını rahatça yazabiliyor hatta televizyonda söylüyor. Peki düşüncenin önünde bir engel yok, bunların bir çoğu Kant’ı da biliyor, Comte’u da biliyor, sadece okuyup anlatıyorlar; anlatsınlar, biz de öyle yapıyoruz. Farklı bir şey neden söylemeyelim? Ve bize uygun bir şey... Derinleşemiyoruz, zannediyorum esas mesele de bu. Bir dil meselesi bir de bu tarihi bağ meselesi zannediyorum. Taklitle ve nakille uğraşıyoruz hâlâ. Yani Kant’ı da öğrenelim, nakledelim fakat Kant’ı aşalım, Fichte’yi aşalım, Hegel’i aşalım, Heidegger’i aşalım, Husserl’i aşalım, Bergson’u aşalım, Boutroux’u aşalım çeşitli görüşler açısından. Bu aşmak da zor bir şey, bunun temeli lazım. Felsefî geleneğin de iyi kurulması lazım. Onlarda bu felsefe geleneği 300- 400 senedir var, daha öncesini hesaba katmasak bile. Bizde öyle bir şey yok tabi. Tanzimat Döneminden başlatsak bile orada bu tarz bir gelenek yok. Cumhuriyetin başından, 1920’lerden başlatmış olsak bile, 80 senelik bir gelenek bir filozof çıkmasına yeter mi? Yetmesi lazım aslında. Bugün filozof diyebileceğimiz, cumhuriyet döneminde yetişmiş diyebileceğimiz adamlar varsa, işte Hilmi Ziya Ülken, bence bir filozof denebilir; Mehmet izzet’e o zaten filozof diyor; Mengüşoğluna deniyor. Ama bunlar Cumhuriyet çocuğu değil, Osmanlı çocuğu, 1900 doğumlu, 1908 doğumlu, Osmanlı eğitimi almışlar, kültürünü almışlar, Batıda okumuşlar. Ama onlar da çok bir şey yapamamışlar.
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük