bugün

sorumluluk

yapılması gereknlerin ne pahasına olursa olsun yapılmasıdır.

konuya ilişkin kurgu hikayem ektedir.

--------- Sorumluluk ---------

Yapmanız gereken şeyleri tereddütsüz yapmanız gereken zamanlar olmuştur. Planlı, detaycı hatta acımasız olmanız gereken... onun da olmuştu.

Babasız bir yuva, üniversiteyi memleketinden dışarıda okuyan bir abi ve hayata tutunma savaşı veren bir anne. Sırtlanın ağzını sulandıran bir üçlüymüş...

tutunacak dal arayan bir kızı kendine aşık etmek kolaydır. yeterli zaman, para, tecrübe ve kötü niyet varsa daha kolay...

Aynanın karşısında saatlerini harcamaya başladığında küçük kardeşinin birine aşık olduğunu anlamıştı. Lise aşkı diye düşünmüştü eski günlerini hatırladığı mütebessim ifadesiyle. Küçüğünün asileşmeye, kendini olduğundan büyük göstermeye çalışmasını gözlemlemesiyle birlikte anlamlandıramadığı ama hissettiği bir çok şeyle zehirlendiğinin farkına vardı. ikna ve doğru yolu gösterme çalışmaları istenilen hızda sonuç vermediğinde yarı dönem tatilinde memleketine giden ağabey için daha radikal önlemler almak gerekti. Çünkü varlığında iyileşmeye başlayan yaraların yokluğunda kaşınacağına emindi.

Bir kez karar verene kadar birkaç gün çok zor geçti. Saniyeler yıl oldu. Karar verdikten sonra ise gerisi çorap söküğü gibi geldi. Tatil süresince normal davrandı, alelade, sıradan ya da nasıl ifade etmek isterseniz... ilk günler aileyi ziyaret etti. Alışverişe çıktı. Siyah kotunu ve ayakkabısını siyah sweatshirt ve siyah şapka ile tamamladı. iskenderun’daki kuzeninin gece vardiyasında olduğu zamanı öğrendi. Köyüne halasını ziyarete gitti. Klasik aile ziyaretlerindendi yalnız bir farkla. Ziyaret dönüşü çantasında keser vardı!

Sonraki günler izledi...

Voleybol hocası olacak çakalın evli olduğunu, çocuğu olduğunu buna rağmen sadece takımındaki değil çevresindeki küçük kızlara karşı da ilgili(!) olduğunu gözlemledi. Mahalleyi, apartmanı inceledi. Orta halli bir mahalleydi. Akşam oldu mu ailelerin evine çekildiği, gece geç saatte dönenlerin birkaç kart zampara ile akşamcılardan ibaret olduğu mahallelerden.

Cuma günü üniversiteye dönüyorum diyerek annesi ve kız kardeşi ile vedalaştı evinden ayrıldı. Kardeşlik bağıyla bağlı olduğu arkadaşlarından birinde kaldı. Ertesi gün akşama kadar dışarı çıkmadı. Dinlendi. Dinç olması lazımdı...

Bir cumartesi günüydü. süleyman nazif’in kara bir gün diye nitelendirdiği cumartesilerdendi. Neyse ki acemi hırsızdan daha şanslıydı. ince ince yağmur yağıyordu ama en azından dolunay yoktu. Kendisi de gece gibi karalara bürünmüştü.

Bekledi... Biliyordu ki çakal mahallenin aşağısındaki kahvehanede takılıyor, gece yarısına doğru eve geliyordu.

Çakal diğer günlerden daha geç kalmıştı. Beklerken "sen sabret çünkü nasıl olsa zaman sabretmez" sözleri geldi aklına. Bir yanda beklerken diğer yanda planı gözden geçiriyordu. Tek bir şansı olacaktı. Başarılı olursa, hızlı ama dikkat çekmeden uzaklaşacak, iki sokak arkada arkadaşından ödünç aldığı arabaya atlayacak ve durmaksızın iskenderun'a gidecekti. Dışarıdan bıçak almamıştı. Üniversiteli bir bebenin bıçak aldığını hatırlayabilecek kadar güçlü hafızalı bir esnafın oluşturacağı riski göze alamazdı. Zaten var olan bir şeyi kullanırsa soruşturmayı yürütecek polis buradan bir şeye ulaşamazdı. Silahla iş görmek daha garantiydi ama silahı edinmek için bağlantıları yoktu. Ayrıca temin edeceği silah daha önce pis işlerde kullanılmış da olabilirdi. Bu durumda yakalanırsa üzerine başka suçlar da yıkılırdı. Hatta kendi işini görmeden de saçma bir suçtan içeri alınabilirdi. işini keserle görecek, iş bitiminde keseri de yanına alacak, kanıt bırakmayacaktı. Bu iş için kullandığı keseri halasından almıştı. Tabi ki halasının bundan haberi yoktu. Ailesinden kimse o gün adana'da olduğunu bilmiyordu. izmir'e (üniversiteye) beraber gitmek için sözleştikleri arkadaşına biletleri kendi alacağını söylemiş, sonrasında Cuma gününe kendi adına otobüs bileti almış, O bileti izmir'e gidecek arkadaşına vermiş, arkadaşı adına kesilmiş cumartesi günkü izmir biletini de kendi almıştı. Arkadaşına bir işi çıktığını zaten otobüste kimlik kontrolü yapmadıklarını söylemiş, rahat bir yapıda olan arkadaşı fazla sorgulamamıştı.

Çakal sallana sallana geliyordu. Demlenmişti belli. Bunu görünce istemsizce ve fakat şeytanca gülümsediğini fark etti. O apartmandan içeri girerken kendi de bir yandan hızlı adımlarla apartmana yöneliyor diğer yandan sessizce çantasının fermuarını açıp keseri sapından kavrıyordu. Adamın hemen arkasından seri ama sessiz adımlarla çıktı. Adamın evi 3. Kattaydı. Adam 3. Kata ulaşmadan ve kendisini fark etmeden işi bitirmeliydi. Kalp atışlarının hızlandığını, yüzünün kızardığını, elinin titrediğini fark etti. Yine de vazgeçmedi. O başladığı işi yarım bırakanlardan değildi. ikinci katın ortasına doğru adamla arasındaki mesafeyi kapattığında keseri çantasından çıkarmış ve hamle yapmaya hazır bir halde bekliyordu. Ya herro ya merro diye mırıldandı içinden. Hızını aldı. Sıçradı. Keseri savurdu...

Zaman durmuştu sanki. Keser adamın kafatasını delerken çıkardığı kemik sesini duymuştu. Düşüp ses çıkarmasın diye keseri bırakıp adamı tuttu. Duvardan destek alarak ağır ağır yere oturttu. Adamın gözlerinde tuhaf bir ifade vardı. Yaşayıp yaşamadığını da bilmiyordu. Nabzını kontrol etmek aklına gelmedi. Daha sonra bunun önceden planlamadığı için aklına gelmediğini anlayacaktı. Keseri çıkarması lazımdı ama o kadar sert saplamıştı ki çıkaramıyordu. doğrudan çıkaramayınca keseri yerinden oynatmayı denedi. Keser oynadıkça kemik sesini hissediyordu. Tiksindi ama yılmadı. Keseri adamın kafatasından kurtardığında pislik fikirlerinin kaynağı beynini de görüyordu. Kan oradan sızarken bakakaldı. Neyse ki kendini çabuk toparladı. Keseri çantasının içine hazırladığı poşete koydu. Bir yanda hızlı adımlarla ve olabildiğince sessiz olmaya çalışarak merdivenleri inerken diğer yanda çantasının fermuarını kapatıyordu.

Hayat her zaman adil olmasa da yitirdiklerinizi ikame ettirecek fırsatları önünüze sunar. Bunu apartmanın kapısından dışarı adımını atarken yaşadığı tesadüflerle idrak etti. Adana'nın yağmuru her zamanki gibi birden hızlanmıştı. Merdivenlerden inerken duyduğu uğultunun kendi kurgusu olmadığını yağmurdan olduğunu anlayınca kontrolünü kaybetmediği için sevindi. Bu sevinci bölgenin elektriğinin kesilmesiyle doruğa ulaştı. Yağmuru hep severdi ama bugün bir başka seviyordu. Kahkaha atmamak için kendini zor tutarak hızlı adımlarla apartmandan uzaklaşıyordu. iki sokak ileriye park ettiği arabaya uçarcasına gitmek istiyordu. Ama dikkat çekmemek adına içindeki koşma isteğini dizginliyordu.

Birkaç dakika içinde arabaya vardı. Çantayı -planladığı gibi- bagaja valizinin yanına yerleştirdi. Arabayı çalıştırdı yola koyuldu. Bir süre gittikten sonra şehirden çıkmadığı halde 80 ile gittiğini gördü. "Aptal" dedi kendi kendine "dikkat çekmemelisin. isteyeceğin en son şey hız nedeniyle polisin seni durdurmasıdır." Tekrar kontrolü eline aldı. Şehirlerarası yola çıkana kadar 50 yi geçmedi. Bir gözü hep hız ibresindeydi.

Şehirlerarası yola çıktığında bir nebze olsun rahatlamış, hatta refleks olarak radyoyu bile açmıştı. "bir ihtimal daha var. O da ölmek mi dersin" çalıyordu günün anlam ve önemini belirtircesine. Keyifle eşlik etti şarkıya bitiminde radyoyu kapattı. O kadar anlamlı bir şarkıydı ki ondan sonra gelecek şarkıların anın büyüsünü bozmasını istemedi.

iskenderun'a vardığında bölgedeki demir çelik fabrikalarının birinde gece vardiyasında olan kuzeninin yanına gitti. Binlerce derece sıcakta eriyen metal tam da aradığı şeydi. Kuzeniyle birbirlerine sarıldılar. Kısa bir sohbetten sonra üstünü değiştirmesi gerektiğini söyledi. Çantasının büyük gözünden yedek eşyalarını çıkardı. Çorabına hatta iç çamaşırına kadar üzerindeki herşeyi soyundu. O günden geriye hiç bir şey kalmasın istiyordu. Ayakkabısını ve saatini bile çantanın içine özenle yerleştirdi. Adeta bir seremoniyi gerçekleştiriyordu. Çantasının keseri koyduğu gözüne bakmamaya çalışıyordu. Sanki orası pandora'nın kutusuydu ve açılmamalıydı. Daha sonra kendini bile ürperten bir sakinlikle giyinirken kuzeniyle eskilerde yaptığı bir konuşmayı hatırladı "demir çelik kazanı öyledir ki insan bile düşse sadece cısss sesini duyarsın. Saniyesinde yok olur." Aradığı da tam da buydu... işlediği günah su ile temizlenemezdi. Pisliği ateş ile yok etmek lazımdı. Cehennem ateşiyle...

Üstünü değiştirdikten sonra elinde günah dolu çanta olduğu halde kuzenine doğru yürürken çantayı birden kaldırdı. Atacağını anlayan kuzeni dur diyemeden çantadan "cıss" sesi gelmişti. Kuzeninin eli havada soran gözlerle bakarken. "Sorma!" dedi. Öyle derin söylemişti ki kuzeni bunu ilahi bir emir kabul etti. Ağzını mühürledi.

Sarıldılar ayrıldılar.

Fazla zamanı yoktu. Arabayı arkadaşına teslim edip izmir otobüsüne yetişmeliydi. Planladıkları gibi arkadaşı otogarın çıkış kapısının karşısına gelecekti. otogardaki kameralarda kaydı olması ihtimaline karşın böyle bir buluşma yeri seçmişti. Zamanında yetişti. Anahtar ile ruhsatı arkadaşına teslim etti, valizini alıp vedalaştı. Otogarın çıkış kapısındaki otobüsü durdurdu. Muavinin "neredesin seni bekliyorduk" şeklindeki söylenmelerine rağmen ses etmedi. valizini muavine teslim ettikten sonra şapkasını biraz daha eğdi. Sessizce ve dikkat çekmemeye çalışarak yerine oturdu.

Ömrünce unutmayacağı bir gün geçirmişti. Pür dikkat kesilmesini sağlayan aşırı adrenalin normal seyrine dönünce derin bir uykuya daldı. Gözünü açtığında Kula'da mola yerindeydi. Tuvaleti gelmişti ama gidemezdi. Yüzü kamera kayıtlarına takılmamalıydı. Çünkü otobüs kayıtlarına göre "dün" izmir'e varmıştı. Dişini sıktı. Kardeşini, ruhunu kirletecek kadar çok seven bir ağabey olarak biraz daha sabretti.

izmir otogarı gördüğünde hiç bu kadar sevinmemişti. Şapkasını olabildiğince eğdi. Valiz sırasını bekledi. Otobüs firmasının servislerine yönelmedi çünkü orada da kameralar vardı. En alt kattaki dolmuşlara doğru gitti. Bornova'daki Kredi yurtların yurduna vardığında o boktan yer hiç olmadığı kadar güzeldi. Valizini yerleştirmeden ya da çarşafını sermeden pis yatağa atladı. Ne de olsa o leş yatak bile kendi kadar kirli olamazdı.

Yaptıklarından, sevdikleri için yapabileceklerinden korkarak ama huzurla uykuya daldı...