Kitab-ül Hiyel, ihsan Oktay Anarın ikinci, benim ise okuduğum üçüncü kitabı olma özelliğini taşıyor. ihsan Oktay Anar, Kitab-ül Hiyelin kaleme alınmasını 10 Mart 1993 yılında tamamlamış. Kitabın ilk baskısı 1996 yılında iletişim Yayınları tarafından yapılmış.
--spoiler--
ihsan Oktay Anar, yine bir Kostantiniye macerasına atıyor bizleri Hayatında boyunca üç sefer gittiği istanbulu onun kadar iyi tasvir edebilecek biri daha olmadığını bir kez daha kanıtlıyor. Üstelik bu sefer zamanı da belli etmeyi ihmal etmiyor. Kitap Vaka-i Hayriye, Tanzimat Fermanı gibi olayları kitaba serpiştirerek olayların hangi zamanda geçtiğini bize gösteriyor. Kısaca kitap üç nesil hiyelkârların yaklaşık 120 senelik bir öyküsünü anlatıyor. Yâfes Çelebi, Kara Calud ve Üzeyir Bey iktidarın kaynağını hiyel ilminde arıyor.
Üç hiyelkârın izinde, çağımız silah teknolojisinin Osmanlıya özgü çıkış hallerini görüyoruz. Tank ile özdeşleştirebileceğimiz Debbâbe; denizaltı ile kıyas Tahtelbahir gibi icatları ve bunun Osmanlı saltanatına kabul ettirilme hikayesini okuyoruz. Okurken Osmanlının teknolojiye ne kadar açık olduğunu da Uzun ihsan Efendi yoluyla gözlemlemiş oluyoruz.
ihsan Oktay Anar, icatları hem herkesin anlayabileceği bir üslupla anlatıyor, hem de kendi elinde çıkma çizimlerle anlaşılır olmasını sağlıyor. Makine işlevlerinin ayrıntılı bir şekilde, üstelik çizimlerle okuyucuya sunulması, karmaşık bir yapıya sahip olan makinelerin anlaşılabilir olmasını sağlarken, ihsan Oktay Anarın da mekanik konusuna ne kadar hakim olduğunu gözler önüne seriyor.
ihsan Oktay Anar söz konusu olunca hikayenin tabanında felsefi bir metaforun olması kaçınılmaz oluyor. Yazar, Hiyel aleminden bahsederken bunu iktidar ile özdeşleştiriyor ve insanın iktidar hırsının manasızlığını gözler önüne seriyor. iktidarın para, son teknoloji icatlar ve büyük bir ordu ile değil de, hayal gücü ile sağlanabileceğini anlatıyor, yani bir nevi hiyeli, hayale dönüştürüyor. iktidar taşına da sadece bunu düşleyenlerin ve masumların ulaşabileceğini vurguluyor. Davudun demirler ile oyun hamuru gibi oynayabilmesi, hayal ederek demirden kuşlar yapması ve demirden yapılan bu kuşların sonunda canlı bir varlığa dönüşmesi bu durumu gözler önüne seriyor.
ihsan Oktay Anar, daha önceki kitaplarında olduğu gibi filozoflara, bilim adamlarına da yer veriyor. El-Ceziri ve Galilei bu isimlerden bazıları. Galilei karşımıza Gailevi olarak çıkıyor. El-Ceziri ise tam adıyla ve kitabıyla karşımıza çıkıyor.
ihsan Oktay Anar, her zaman ki anlatım tarzıyla, yine bir Kostantiniye hikayesi ile karşımızda daha önce okuduğum Puslu Kıtalar Atlası ve Suskunlar kadar olmasa da, yine hikayenin içene çekmeyi başarıyor ve bir solukta okunulan bir roman ile bizimle buluşuyor. Bu dönem Türk edebiyatının en başarılı isimlerinden olduğu düşüncesini kalbime yerleştiriyor.