IMDB Top 100 listesinde olup da DVD'sine ulaşamadığım, DVDigi sayesinde izleme şansına eriştiğim filmdir. ne şans ama, anlatacağım. spoiler bulabilirsiniz ama söz kritik konularda ipucu vermeyeceğim.
film bence anlatımda çok önemli avantaj sağlayan, bir hikaye anlatıcının bir olayı anlatması konseptiyle başlıyor. ve başlar başlamaz da filme kendinizi kaptırıyorsunuz. 1946 yapımı bir film, renk bile kullanamazken bunu nasıl yapabiliyor, gerçekten bunu yapabilmek büyük başarı. citizen kane ve 12 angry men bunu net başaran iki filmdi, izlediyseniz ne dediğimi anlarsınız.
neyse bunlar teknik kısımlar; asıl hikaye, hayatı bir kasabada geçen ve büyük hayalleri olan genç bir adamın sevdikleri ve hayallerini gerçekleştirmek arasında kalması. bunu izlerken de, yan karakter olarak kahramanımızı küçüklükten beri seven dünya güzeli bir esas kıza rastlamak, klişelerden tamamen uzak espriler ve samimi insanların olduğu bir ortama girmek çok güzel.
ama asıl güzel olan, tüm bu hikaye o kadar güzel bağlanıyor ki, ben kendim gözyaşlarımı tutamadım. bir de o james stewart denen adam, sen nasıl bir insan evladısın arkadaş? çocuklarına bir sarılışı var ki, peşinden de karısı onu görür görmez o kadar sevgi dolu ve hasretmiş gibi bakıyor ki. kayıtsız kalmak çok zor.
ama gözümden yaş geldi dediğime bakmayın, o kadar keyifle filmin başından kalkıyorsunuz ki.. kendi hayatınızda şükretmediklerinizi gözden geçirmeye başlıyorsunuz. hani her yıl amerikan televizyonları yılbaşında yayınlıyormuş ben de hal ettim yeni izledim ama, eminim moralimi yerine getirmek için defalarca izlemek isteyeceğim. son olarak, katıla katıla güldüğüm bir sahneyi paylaşmak istiyorum:
--spoiler--
violet isimli sarışın afet caddede yürümektedir. yanından geçen adam dönüp bakarken bir arabanın altında kalmaktan son anda kurtulur. o sırada yan yana duran ve kıza bakan iki adam arasında şu diyalog geçer:
- ben gidip bir karıma bakayım ne yapıyor. (koşarak gider)
- eviyle ne kadar ilgili bir adam.