the bell jar

Erkekten daha çok bir kız için, gece okunması gereken kitap. Kitaptan bazı bölümleri yazarsam, daha uygun olur.

* Sessizlik bunaltıyordu beni. Sessizliğin sessizliği değildi bu. Bu benim kendi sessizliğimdi. (syf: 45)

* iki kişinin birbirine gitgide daha fazla kapılışını seyretmekte insanın moralini bozan bir şeyler vardı. (syf: 43)

* Hiçbir zaman sıcak bir banyoda olduğum zamanki kadar kendim olamam. (syf: 46)

* ben yatağımda, gözlerimi beyaz tavana dikmiş sırtüstü yatarken sessizlik büyüdü, büyüdü, bir an geldi ki kulak zarlarımın sessizlikten patlayacağını sandım. (syf:56)

* Bu hain kentin seni üzmesine fırsat verme. (syf: 65)

* Düşmüş olduğumu ve daha fazla düşemeyeceğimi bilmek rahatlatıcıydı. (syf: 72)

* Birinden hiçbir şey beklemeyince asla düş kırıklığına uğramaz insan. (syf: 86)

* cumartesi geceleri ders çalışmak için odamda oturduğum zaman bana karşı son derece nazik ve anlayışlı davrandılar, çünkü kırık bir kalbi gizlemek için böylesine çalışmamın çok cesurca bir şey olduğunu düşünüyorlardı. (syf: 100)

* Yaşamımın, öyküdeki yeşil incir ağacı gibi önümde dallanıp budaklandığını görüyordum.
Her dalın ucunda tombul, mor bir incir gibi eşsiz bir gelecek beni çağırıyor, göz kırpıyordu. incirlerden biri, bir eş, mutlu bir yuva ve çocuklardı. Bir başkası, ünlü bir ozan, öteki parlak bir profesör, biri şaşırtıcı editör Ee Gee, öbürü Avrupa, Afrika ve Güney Amerika, biri Constantin, Socrates, Attila ve garip adları değişik meslekleri olan daha bir yığın aşık, bir başkasıysa Olimpiyat takım şampiyonu bir kadındı. Bu incirlerin üzerinde ve ötesinde, ne olduklarını pek çıkaramadığım bir sürü incir daha vardı.
Kendimi dalların çatallandığı noktada otururken görüyordum. Ve incirlerden hangisini seçeceğime bir türlü karar veremediğim için açlıktan ölüyordum. Hepsini ayrı ayrı isityordum incirlerin ama birirni seçmek ötekilerin hepsini kaybetmek demekti. Ve ben orada karar veremeden otururken incirler buruşup kararmaya başlıyor ve birer birer toprağa, ayaklarımın dibine düşüyorlardı. (syf: 103-104)

* bizim okuldaki kızların gece birden sonra dışarı çıkma yasağından önce verandada ışıkların altında ve çalıların arasında dikilip gelen geçene kendilerini çılgınca sergilemeye çabalayışlarını iğrenç bulduğunu söylüyordu. Bir milyon yıllık evrim, diyordu acı acı ve hala hayvandan farkımız yok. (syf: 105)

* Bir kadının bir tek temiz yaşantısı olması gerektiği, oysa bir erkeğin biri temiz, ötekiz temiz olmayan iki tane yaşantısı olabileceği düşüncesi çileden çıkarıyordu beni. (syf:108)

*evlenip çocuk doğurduktan sonra insanın beyni yıkanmış gibi oluyor ve ondan sonra özel bir totaliter devletin kölesi gibi duyuları körelerek yaşayıp gidiyordu. (syf:112)

* Aramızdaki sessizlik öyle derindi ki, bunda benim de suçum olsa gerek diye düşünmüştüm. (syf:127)

* Bir erkeğin egemenliği altında olmanın düşüncesinden bile nefret ediyorum. Bir erkeğin dünyada hiçbir kaygısı yokken, benim tepemde beni hizada tutmak için Demokles’in kılıcı gibi asılı duran bir bebek var. (syf: 252)

* Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkanıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir düştür. (syf: 268)

Sylvia Plath – Sırça Fanus- Satır araların'dan-