Mustafa Kemal'in Samsun'a çıktığı 19 mayıs 1919'dan başlayarak Cumhuriyetin ilanına kadar geçen dönemi kapsayan Kurtuluş Savaşı boyunca öngörülen millet (ulus) kavramı ile uygulanan milliyetçilik politikasının özünü, yapılan açıklamalardan ve alınan kararlardan öğrenmekteyiz. Bu milliyetçiliğin niteliği, sürekli eşit haklı vatandaşlık ilkesi olarak açıklanıyordu. Bu milliyetçiliğin özünü anlamak için birkaç veriyi anımsatmak yeterlidir.
* Erzurum Kongresi 1. Maddesi: 'Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Van, Bitlis, Trabzon vilayetleri, Canik Sancağı hiçbir şekilde yekdiğerinden ayrılamaz....' (23 Temmuz-17 Ağustos 1919)
* TBMM'de Kürtlere Özerklik Tanıyan Karar: 'TBMM'nin 10 Şubat 1922 günlü oturumunda, 64 üyenin muhalefetine karşı 373 milletvekilinin oylarıyla Kürtlere özerklik tanınmasına karar verilmiştir'.
* Mustafa Kemal'in Elcezire Cephe Komutanlığına Çektiği Telgraf: '...Kürtlerin oturduğu bölgelerde ise hem iç hem de dış siyasetimiz açısından adım adım mahalli bir idare kurulmasına gerekli bulmaktayız';.
* Mustafa Kemal'in izmit Basın Toplantısı: '...hangi livanın halkı Kürt ise, onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir...' (M. Kemal, Eskişehir- izmit Konuşmaları 1923, Kaynak Yayınları 1993, sf. 105)
* Lozan Konferansında Kürtler: ismet Paşa 'Lozan';da milli davalarımızı 'biz Türkler ve Kürtler' diye savunduk' demiştir.
Lozan Antlaşması'nın 39/4 maddesi, Kürtler de dahil olmak üzere tüm Türkiye vatandaşlarına dil ve kültür hakkı tanımış olmakla birlikte, bu hakların kullanılmasına hiçbir zaman olanak verilmemiştir.
* Kurtuluş Savaşı boyunca 'Türkiye Halkı': Mustafa Kemal ve arkadaşları Kurtuluş Savaşı boyunca hiçbir zaman 'Türk Milleti' deyimini kullanmamış, toplumdaki çok etnikli ve çok kültürlü yapıyı belirtmek için ısrarla 'Türkiye Halkı' deyimini kullanmış ve kendileri söz konusu olduğunda ise, Türkiyeli olduklarını belirtmişlerdir. (Baskın Oran, Atatürk Milliyetçiliği, 1. baskı 1988, sf. 164)
Bu alıntılardan da görüleceği gibi Kurtuluş savaşı sırasında ırk öğesine yer verilmediği ve çok etnikli, çok kültürlü demokratik bir milliyetçi ideolojinin kullanıldığı anlaşılmaktadır. Peki ya daha sonra...
Kurtuluş savaşı sonrası
24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti'nin bugünkü sınırları tanındı. Birinci TBMM yerine, 1923 Haziran'ında, uyum içinde çalışacak ikinci TBMM seçildi. Bu tarihten itibaren komşu ülkeler ve batılı ülkelerin de herhangi bir müdahalede bulunmayacağının garantisi alınmıştı, artık sosyal ve siyasal alanda bazı değişimlerin sırası gelmişti. Bu değişimin en önemli kısmı ise toplumu oluşturan çok kültürlü etnik yapının zenginliğinin ve demokratik yaşamından daha çok ırk temeline bağlı tek kültürlü homojen bir Türk milleti oluşturma girişimi yürürlüğe konuldu.
Türkiye halkı yerine Türk milleti deyimi kullanıldı. Kurtuluş Savaşı boyunca 'Türkiye halkı' deyimini kullanmaya özen gösteren M. Kemal, Lozan'da azınlıklar sorunu çözüldükten sonra ilk defa Mart 1923'te 'Türkiye halkı' yerine 'Türk Milleti' deyimini kullandı. Cumhuriyetin ilan edildiği 29 Ekim 1923 tarihli konuşmasında da bu deyimi kullanıyor ve 'Türkiye Milleti' deyimini bir daha kullanmamak üzere bırakıyordu.
1924 Anayasası 'Türkiye halkı'nı 'Türk' olarak tanımladı. 1924 tarihli yeni Teşkilatı Esasiye Kanunu, bir öncekinin öngördüğü 'özerk yerel yönetimler' oluşturma ilkesini kaldırıyordu. Ayrıca vatandaşlık Türk olma koşuluna bağlanıyordu.
'Türk-Tarih' tezi ile 'Güneş Dil' teorisi kullanıldı. Türk-Tarih tezine göre, Anadolu medeniyetleri başta olmak üzere dünyadaki tüm medeniyetler, çeşitli dönemlerde Orta Asya'dan göç eden Türkler tarafından kurulmuştur. Güneş-Dil teorisine göre de bütün diller Türkçe'den çıkmıştır. Bu iki tez Türkçülük ideolojisinin ve Cumhuriyetin homojen bir ulus/devlet oluşturma politikasının düşünsel dayanağı olarak kullanıldı.
ismet inönü; 'Lozan'da milli davalarımızı 'biz Türkler ve Kürtler' diye savunduk' diyen ismet Paşa Lozan'dan döndükten hemen sonra Türkiye'de 'Türklerden başka bir unsur yoktur. Kürt yoktur' diyebilmiştir. (Ömer Vehbi Hatipoğlu, Bir Başka Açıdan Kürt Sorunu, Sf. 36)
Ardından yeni millet anlayışını en net haliyle ortaya koyan yine ismet inönü olmuştur: 'Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları behemehal Türk yapmaktır. Türkler ve Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız'. (Vakit Gazetesi 25 Nisan 1925)
Mahmut Esat Bozkurt (Dönemin Adalet Bakanı): Türk, bu ülkenin yegane efendisi, yegane sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette bir tek hakları vardır: hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı...' (Ömer Vehbi Hatipoğlu, Bir Başka Açıdan Kürt Sorunu, sf. 25)
Görülüyor ki savaş öncesi söylenen ve iki halkın birlikte eşit haklarla yaşayabileceğini sürekli dile getiren yönetim savaş sonrasında tam tersi fikirlerin hayata geçirilmesi için azami hızda görevinin başına geçmiştir. Adı geçen hiçbir lider gerek ülke içinde kullandığı gerek uluslararası toplantılarda ve antlaşmalarda kullandığı 'bu ülkenin asli kurucuları hem Türkler hem de Kürtlerdir' sözünün arkasında bir daha durmamıştır. Tek amaç Kürtler başta olmak üzere ülkedeki bütün diğer halkların kendi özgünlüklerini kaybederek tamamen Türkleştirilmesidir. ilk yıllarda sayısal anlamda fazla olmayan birçok halk bu tutuma karşı koyamamıştır. Kürtler ise, tarihsel nedenler yanında, coğrafi bütünlük, devletin kuruluşundaki katkıları, gelişmiş dilleri, köklü kültürleri, sayısal konumları nedeniyle asimilasyoncu baskılara direnmiş, kimlik, dil, kültür, anadilde eğitim ve öğrenim haklarının tanınmasında ısrarlı davranmışlardır. Bu nedenle varlıkları inkar edilmiş, ulusal demokratik talepleri reddedilmiş, ekonomik, sosyal ve siyasal ayırıma tabi tutularak baskı altında asimilasyona zorlanmışlardır. Uzun yıllar 'Türkiye'de Kürt yoktur, herkes Türktür!' söylemi resmi tez olarak kullanılmıştır.
Sonuç olarak
Özellikle savaş dönemi tarihin bizlere öğretmesi gereken bazı sonuçlar vardır. Bunlar, tarihsel gerçekliğin sürekli üstünün örtülmesi, belgelerin genç kuşaklara öğretilmemesi ile sorunu doğru temeller üzerinde geliştirilebilecek tartışmaların önü kesilmiştir.
Bugün ülkenin gençliği olarak bizler meselenin bir terör meselesi olmadığını bilmeliyiz. Sorunun bir halkın kendini halk olarak ifade edebilmesi için ihtiyaç duyduğu dilini kullanabilme, kültürünü yaşayabilme, kimliğini özgürce eşit haklara dayalı bir biçimde kullanabilmesi sorunu olarak bilmeli ve bunu sağlayabilmek için Türk ve Kürt gençliği olarak kardeşliği ve barışı teminat altına almalıyız.