bugün

der untergang

Hitler'den girdik gidiyoruz ya, başlıkları da 'Alamanca üzerinden' atar olduk... Vallahi bizim yüzümüzden Akşam gazetesi Frankfurter Allgemeine'ye döndü ha...

Önümüzdeki cuma günü Türkiye'de bir film başlayacak. Elbette çoğunuz gitmeyeceksiniz, çünkü bu filmde Özcan Deniz oynamıyor. Bu bir Alman filmi, fakat Sibel Kekilli de oynamamış. Tüh.

Filmin adı 'Der Untergang'... 'Çöküş' diye tercüme etmişler, aslında 'batış' anlamına gelir.

(Kadri Beyciğim, korsanlardan değil, yurtdışında seyrettim, hiç boşuna Basın Konseyi'ni aramayınız. Arasanız da takmam ayrıca.)

Film, savaşın son günlerinde, ünlü sığınağında Hitler'in son bir haftasını anlatıyor. Berlin'de yaşayıp mangal yakan 'Alamancılar' gidip bakarlarsa, 1950 yılında yıkıntıları ortadan kaldırılmış olan başbakanlık binasının (Reichskanzlei) ve sığınağın yerinde yükselen sosyal konutlar bloklarını ve bahçeyi göreceklerdir. Wilhelmstrasse ile Vossstrasse köşesi.

Film, büyük ölçüde, Hitler'in sekreteri Traudl Junge'nin anılarına dayanıyor.

Bu hanım iki sene önce öldü. Junge, bir SS subayı olan kocasının soyadı.

Yıllardır bu hanımla yaşıyordum, bu hanımla yatıp kalkıyordum, hemen her belgeselde karşıma çıkıyordu. Anılarını yazdı da, üstelik Türkçe'ye de çevirildi, şu anda kitapçılarda bulunuyor.

'Mein Kampf' okurları, bunu da okuyunuz. Hanım orada, Hitler'in sekreteri ve de SS karısı olmakla birlikte Nazi olmadığını ileri sürüyor! Bizim faşistlerin faşizme karşı oldukları gibi...

Haklıdır, çünkü hiçbir Alman Nazi değildi. Naziler uzaydan gelmişler ve masum Almanya'yı ele geçirmişlerdi.

Bu hanımı, filmin başında ve sonunda, ölümünden kısa bir süre önce, saçı başı ağarmış bir kokona olarak da izleyeceksiniz.

Fakat gençliğinde çok güzel kadınmış, Vivian Leigh'in azıcık daha toplusu, ve filmde onu oynayan Alexandra Maria Lara da kendisine şaşılacak derecede benziyor!

Goebbels'i ve eşi Magda'yı benzetememişler. Eva Braun da çok benzememiş. Eniştesi, yani kızkardeşinin kocası ve ihanetten kurşuna dizilen aşağılık SS subayı, Heinrich Himmler'in yaveri Hermann Fegelein'ı oynayan Thomas Kretschmann da pek uymamış (bu oyuncuyu, 'Yahudi piyanist Spilman'a yardım eden Alman subayı' olarak hatırlayacaksınız)...

Lakin Hitler'i Bruno Ganz oynamış, iyi oynamış, ve tuhaf bir şekilde oynamış.

Hitler bu filmde, bazı yanılgıları olan ama sonuçta 'sizin benim gibi bir insan' olarak çizilmiş. Ölümüne giden zavallı bir adam!

Bayan Junge de onu çok kibar, nazik, ona buna hediyeler veren, 'şeker' bir adam olarak anlatır. Hani insanın 'Hitler de Nazi değilmiş yahu, adama haksızlık etmişiz' diyeceği gelir.

Film, gene de, bizim gibi, okuma alışkanlığı olmayan, tarih bilmeyen toplumların seyircilerine birşeyler öğrettiği için başarılı ve mutlaka görülmesi gerekiyor. Yıllardır rüyalarıma giren generaller Mohnke ve Weidling'i, Hitler'in 'özel koruması' Otto Günsche'yi, şoförü Erich Kempka'yı tanıyacak, Goebbels çiftinin altı çocuğunu nasıl zehirleyip sonra da intihar ettiğini göreceksiniz. Bu karabasanları lütfen benimle paylaşınız.

Bazı ayrıntılara çok dikkat eden, sığınağı, Reichskanzlei binasını ve genel olarak yanmakta yıkılmakta olan Berlin'i gerçeğe çok uygun biçimde yansıtan bu film de, genel olarak bir 'Alman savunma refleksi'... Tıpkı, Alman denizaltı subaylarının da sizin benim gibi insanlar olduğunu anlatmaya çalışan 'Das Boot' filmi gibi...

Bitleri kanlandı ya, altmış yıldır bütün savaş filmlerinde kendilerini hep korkunç birer canavar olarak göstermiş olan Hollywood yaklaşımına karşı saldırıya geçtiler.

Filmin gizli kahramanı da, Hitler değil, son dakikaya kadar sivil yaralılara bakmak için kendini paralayan fedakar bir SS doktoru! Ne iyi insanlar da varmış şu SS içinde yahu... Seyirciye bunu dedirtmek istiyor yönetmen.

Bu bakımdan, Mein Kampf okuyucuları bu filmi seveceklerdir.

Ama gidip de göreceklerini sanmıyorum çünkü Özcan oynamıyor. Sibel de yok.

Ulan, Sibel'in soyunmadığı Alman filmine Alman filmi mi denir?

engin ardıç