''Sömürgecilik ve sermayedarlığın -demokrasi kılıfına bürünmüş ve liberalizm maskesi takmış kapitalizm ve sömürgecilik- dünya çapında milyonlarca Müslümanın, Hindunun, zencinin, sarı derilinin (Uzak Doğulunun) kanını döken körüklediği ateşe karşı Avrupanın hangi düşünürü, hümanisti, hatta sosyalisti ile komünisti itiraz sesini yükseltti?
Victor Hugonun zavallılar için heyecan, duygu ve insanî duygular kabartan şaheserini yazdığı bir zamanda -bu ve buna benzer eserlerin yazıldığı bir zamanda- bizlerin, dünyanın öbür ucunda kalleşçe katledilip yağmalandığımızı ve imha edildiğimizi unutmam mümkün değildir.
Ben Marks, Engels, Proudhon ve diğer sosyalistlerle devrimcileri asla bağışlayamam; çünkü biz Doğuda yağmalandığımız bir zamanda, onlar sermayedarlarla işçiler arasında adilce mal bölüşüm kavgası veriyor ve bunun adını da işçi hakları ve işçinin ürettiklerini kendilerine geri verme hakları olarak nitelendiriyorlardı. Marks, Batı mamullerini özelleştirilmiş ve birikmiş iş olarak tanımlıyordu! Asyalı olan ben ise, bu mamulün özelleşmiş ve birikmiş cinayet ve hırsızlık olduğunu görüyordum!
19. yüzyılda binlerce Fransız ve ingiliz işçisi, tomar imzalayarak, grev yaparak, bu iki devletin Mısır, Kuzey Afrika ve Hindiçin vs deki askerlerini geri çekmemelerini, bu ülkelerin yağmalanmasını ve pazar olarak kullanılmasını ve netice itibariyle işçilerin ücretlerinin artmasını istiyorlardı. ingilterenin demokrat hükümeti ise yüz bin ingiliz işçisinin oyunu kaybetmemek için ingiliz Ordusunu çaresiz Afrikadan geri çekmeyerek, işçilerin bu tür istekleri doğrultusunda hareket ederek, kendisini işçilerin düşüncelerinden yana gösteriyordu.''