"Hâlden hâle girmesi aşkın doğasındandır. Cennet-mekân bir duygu olmasına rağmen değişken mizacı onun bir dünya bulaşığı taşıdığını da gösterir. Makamdan makama atlar aşk, hâlleri vardır.
Hayranlık ile başlar aşk, her hayranlık bir hayret doğurur. Nasıl olduğuna, bunun nasıl olup da sizi bulduğuna, üstelik sadece sizi bulduğuna hayret ettiğiniz ihtilâlli bir kamaşma hâli. Evren ile bir bütün olduğunuzu, yaradılışın sadece size mahsus kılındığını hayretle fark edersiniz. Dünya bu kadar güzel miymiş, insanlar bu denli iyi? Bütün şarkılar sizi bütün kelimeler onu anlatmakta; Züleyha "çöre otu" dese de Yusuf'tan bahsetmektedir aslında. Her ilgi aynı merkeze çıkar. Bu, harikulâdedir. Bir yörüngeye bağlanmış, onun etrafında dönmektesinizdir artık. Üstelik mukabelesi de vardır. Sizin, yörüngesine girerek etrafında döndüğünüz parıltılı seyyare de sizin etrafınızda dönmektedir. Orada zaman durur. Âşıkın zamanı cennet zamanıdır çünkü, onun kalbi zamansızdır. Aşkın duygular arasındaki müstesna yeri zamansızlığı yani cennet zamanını daha bu dünyada kalbe tecrübe ettirmesiyle ilgili olmalıdır.
Hayranlık ve hayreti, "yaratma" izler. Vasf edilse bile bu şehr içre olmayan dilberleri, hiç olmayan kadınları gerçek sanmaya başlarsınız. Duvardaki fotoğraf gerçekteki sevgilinin yerini tutmaya başlar. imaj gerçeğin yerini işgal eder saygısızca. Sır, sevgilinin kendisinin bile boy ölçüşemeyeceği bir heyulâya dönüşür. Aşkın en ihtişamlı fakat en tehlikeli makamıdır bu. Ama başka yolu yoktur.
Gün gelir yarattığınız sen ile gerçek sen'in aynı olmadığını fark etmeye başlarsınız. Durup dururken durgun suyun üzerine bir fiske vurulur, bir küçük taş düşer. Su dalgalanmaya mı başlamıştır? Büyünün bozulduğu ilk andır bu. Âşığın kalbinde dünya zamanı bir iki saniye ilerlemiştir. Büyünün bozulmasından çok daha fazlasını, büyünün bozulabileceğini anlarsınız o an. Kendinizi bunun böyle olmadığına ikna etmek için gerekçeleriniz henüz yeteri kadar kuvvetlidir. Her defasında düştüğünüz kuyudan çıkmanız mümkün olur, yine cennet zamanı olur. Ama öyle bir an gelir ki bu kez oradan çıkmanızın artık mümkünü kalmamıştır. Üstelik aşkın gailesi insanı aşk olgusu ile yüz yüze getirmesidir, bir aşkın yıkılması bütünüyle aşka olan inancı yerle bir eder. Bir aşk biterse "aşk"ın bittiği makamdır bu. Kıyamet hâli burada başlar.
Kıyamet hâlini aşkın enkaz hâli izler. Yarı ölü, soluk alıp vermekte zorlanırsınız ve bildiğiniz tek şey vardır: Bu böyle gitmez. Bu yüzden aşkın inkılâbı elzem, ya sükûnete ya cinnete ya nefrete dönüşmesi kaçınılmazdır.
Sükûnet makamında her şey bir gölgeye dönüşmüş, sakinleri bu dünyada kalmayı, hiç olmazsa avunmayı başarmışlardır. Görece kazasız geçmişlerdir bu yangın koridorundan.
Cinnete düşenler dağ gibi dalgaların kıyıyı uğultularla dövdüğü vakitlerde çıkarlar ortaya. Yüzlerinden tanırlar birbirlerini. Bir yarıları inip de tahammül edemedikleri derinde kalmış, vurgun yemişlerdir onlar. Karanlık bir sözcük, kırık bir hıçkırık, yaralı bir gülüş kaplamıştır yüzlerini. Bakarlarsa da görmezler. Bu dünyadan değillerdir artık. Varlıkları ile yoklukları arasında bir fark yoktur. Kırık bir şarkıyı mırıldanırlar biteviye. Onlar dokunulmazlardır.
Nefret, aşktan boşalan yere dolduracak daha uygun bir duygu bulamayanların hâlidir. Enerjisi aşk kadar yoğun, aşk kadar ateş tek duygu belki nefret olduğundan. O da bir şeyi, tek şeyi, aynı şeyi muhatap aldığından. Aşk kadar yakıcı bir o kadar katıksız. Aşk kadar dengesiz, aşk kadar toz duman.
Nihayetinde af hâli gelir aşkın eğer gelirse. Nefretin bile son bulduğunu fark ettiğiniz bir sabah af makamında olduğunuzu fark edersiniz. Nefreti besleyen aşk da ortadan kalkmıştır aniden. Hayret! Söndürdüğünüz bütün kandiller bir bir yanar. Kaldırdığınız bütün giysiler yeniden sırtınızdadır artık. Affedersiniz. Af dilersiniz. Zaman yeniden dünya zamanıdır. Ve af, aşkın külliyatı içinde en pahalı makamıdır. Bedeli bizatihi aşkın kendisidir çünkü." *
cinnet makamından af makamına erişebilmek umuduyla...