Ne sebeple ortaokullarda okutulduğunu anlayamadığım bir klasik. O yıllarda "okuyup geçmediğim" için kendimi şanslı saydığım bir Peyami Safa eseri. Bana göre daha ilerki yıllarda kitaptaki o muazzam psikolojik tasvirler algılanarak okunduğunda bünyelerde çok daha büyük etkiler bırakıp belki de hakettiği değeri görecektir.
--spoiler--
ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürürdüm.
--spoiler--
--spoiler--
sofradaki münakaşanın çirkin bir çocuğu doğdu : sükut. ruhlar acılaşmıştı ve güzel bir mevzuya girilemiyordu.
ben salondan erken çıktım ve yattım.
uyuyamadım, ağrılarım arttı, fakat ruhi ızdırabıma nispetle çok asil, sade ve saf olan et ızdırabımı o gece sevdim.
--spoiler--
--spoiler--
Susmaya devam ettik. Uzun bir sükût. Dakikalar geçiyor. Her an birbirimizden biraz daha uzaklaşıyoruz. Konuşursak, birbirimize bunu hissettirmekten başka bir şeye yaramayacak. Bunun için susuyoruz. Ne onda bu büyük mesafeyi atlamak ve ötekinin yanına varmak isteği, ne bende kuvveti var. Bu sükût içinde zaman aramızdan bir düşman gibi geçiyor.
--spoiler--
--spoiler--
Onlar, hastaneye dışarıdaki hayatın karıştığı saatlerde gelmişlerdi; bu odanın gecesini sabahını tanımıyorlardı. Duvarlarda gölgelerin kımıldadığı, döşemelerin dinç seslerle öttüğü ve koridorların canlı şekillerle kaynaştığı bu hayat ve hareket saatindeki hastane bambaşkadır. Bu dekor, benim bir gece evvelki halimi anlamak isteyenlere hiçbir şey söylemez.
--spoiler--
--spoiler--
Bizden uzaklaşmadıkça bize görünmeyen sıhhat, alışkanlığın verdiği hissizlikle, sağlamların şuurundan kaçıp nasıl ve nereye saklanıyor? Onu ben görüyorum, çünkü benden uzak...
--spoiler--