orhan kemal 'in okunmayı hak eden romanlarından. erden kıral 'ın vurucu filmini izledikten sonra bu fikir ben de daha da pekişti.
şimdi ilk olarak film sonrasına orhan kemal'in söylemine gidiyorum. diyor ki çukurova'da işler hep böyleydi bin yıl daha böyle devam eder falan. valla doğru tespittir. güney sinemasının gerçekçi rüzgarına(ayrıntı için bkz italyan yeni gerçekçiliği) ve şerif gören'in yarı belgesel atmosferine gittim filmi izlerken. lakin son derece özgündü. bu topraklar yıllar yılı sömürünün beşiği olmuş topraklar kuşkusuz. yeri geliyor patronlar işçileri sömürüyor, yeri geliyor kadınlar gayet erkeksi bir güç simgesi içinde bedenleriyle sömürülüyor. film, 80 cuntasıyla yasaklılar kervanına katılıyor. tam 28 yıl bekleniyor isveç'te bir kopya bulunuyor ve tekrar sinemaseverlerle buluşuyor bereketli topraklar üzerinde.
filmin senaryosu üstat tuncel kurtiz 'e ait. onu film de zeynel ağa rolündeki bir işçi olarak izliyoruz. .(yalnız vurgulamamız gereken nokta filmin yarı belgesel atmosferiyle ikinci bölümü diyebileceğimiz kısmında görebiliyoruz.) film zaten sömürünün dili. ve bu dil çok gerçekçi sularda akıp gidince türk sinema tarihinin en kıyıda köşede kalmış lakin son derece sağlam bir yapıtı ortaya çıkıyor. başta; yusuf, köse hasan ve pehlivan ali'nin köylerinden çıkıp para kazanmak için bir umut çalışmalarına tanık oluyoruz. köse hasan olumsuz koşullarla hasta oluyor ona her koşulda müslümanım diyen fakat alengirli işler çevirmekte üstüne olmayan yani yaralı parmağa işemeyen eski toprak oyunculardan osman alyanak pekte yardımcı olmuyor. (hasta yatan adamdan nasiplenmeye bakıyor, bir nevi nemalanmak) arkadaşları çalışmak için onu orada bırakıp başka bir işin peşine düşüyorlar. işte akla türkiye'nin sosyal koşulları icabı son 30-40 yıl da yaşadığı değişimler falan geliyor ister istemez. sömürünün bir boyutu da dinsel sömürü tabii. ve bunu film tüm çıplaklığıyla gösteriyor. adam her fırsatta müslümanım diyor, karıştırmadığı halt kalmıyor. işçilerin, kadınların sömürüsüne dinsel çelişkilerden feyz alan bize hayli tanıdık gelen sömürü türünü de katıyoruz. etti üç oluyor.
aklıma üç sahne yerleşti pek de yitip gitmez artık. birincisi; hasta arkadaş bırakıldıktan sonra yusuf ve ali'nin konuşmaları. yusuf sürekli susmaktan bahsediyor, onu yaptılar sustuk bunu yaptılar sustuk derken iç geçirtiyor. ikinci kritik sahne ırgatbaşının ali'ye sen rüya göremezsin gördüğün rüyayı da anlatamazsın senin buna hakkın yok tutumu. (müthiş bir sahne bu)(ırgatbaşı, bizimkiler dizisindeki dumkof halis'in babasıdır) üçüncüsü; final sahnesi ali'nin ölümü- yaman okay 'ın oyunculuğu. robota bağlanmış daha çok çalışmaya ve sömürülmeye endekslenmiş insanlar... sonu ömer lütfi akad 'ın 4-5 yıl önce kotardığı üçlemenin son halkası diyet 'e benzer bir hava taşısa da olmuştur, cuk diye oturmuştur. gene, zeynel ağa'nın son sözü söylemesi ve patron bülent kayabaş 'ın üzerine yürüyen işçiler ve çoğu zaman olduğu gibi patronların haklı çıkıp işçilerin, hakkı, emeği savunan ustaların haskzı çıkması... tabii her fırsatta işçiler, ustalar, ırgatbaşları ve patronlara kadar uzanan halka da dikkate değer göt tokuşturmalar ve üstlere yaranmak için yapılan dalkavukluklar... filmden çıkarılan (orhan kemal'in de sonunda söylediği üzere) bu şekilde düzen ve düzülen değişmez öngörüsü kadar 15-16 yaşlarında reşit olmayan kızların kullanılması ve dejenere olmuş sisteme de tokatı layıkıyla atıyoruz. ve kendimize toplumsal gerçekleri bilip emeğin yanından güzide bir yer açıyoruz.
10 üzerinden 8,5!
edit: bu film izlenmelidir. son derece kötü bir kayıttan izlemiş olsam da hayli etkileyici bir çalışma olduğunu düşünüyorum. 80 askeri darbesi de filme dair ne varsa yakıp yok etmiştir efendim. (sadece film olsa ya zihinleri de yok etmiştir zaten)
edit 2: bereketli topraklar üzerinde hem oyuncularıyla hem de gerçekçi anlatısıyla tunç okan 'ın başyapıtı otobüs 'le akrabadır. söylemeden geçmek olmaz. onu da izlememek olmaz sinemamıza dair.