bugün

allah vardır

3. Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi

Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi (1865-1914), "Allah'ı inkar mümkün müdür?" isimli eserinde, Allah'ın varlığını delillerle ispat etmekten ziyade Allah'ı inkar etme fikri üzerinde durarak bu konuda aklî ve felsefî tahliller yapmaktadır.Ahmet Hilmi, inkarın, Cenab-ı Hakk'ı tanımamak manasına geldiğini, dinde "Cenab-ı Hakk" diye geçen bu ifadenin ilim ve felsefe noktasında "ilk sebep", sebepsiz sebep, "mutlak zat", "ekmel zat" gibi kavramların karşılık olduğunu ve meseleye bu noktadan bakılırsa "inkar" kelimesine kolaylıkla bir anlam vermekte güçlük çekileceğini ifade etmektedir.

Ona göre ilim ve fen; olaylar arasındaki münasebet ve bağıntılardan ibaret olan kanunlar, sebepler ve benzerlikler demektir. Bu durumda, ilim ve fen kısmen birleştirilmiş insanlık bilgisi olmaktadır. Fakat böyle bir birliği mümkün ve meşru saymak için, nihâî bir birliğe kanunları dahi götürebilecek "sebepten müstağni(ihtiyacı olmayan) bir sebebe, bir vücûd-u mutlak"a ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç red ve inkar edildiğinde ilim ve fennin temeli yıkılmış, insanlığın iftihar ettiği kültür ve medeniyet hiçe indirilmiş, şüphe yolu açılmış ve bütün kültür, hezeyan derecesine indirilmiş olacaktır.

Bu noktadan hareketle Ahmet Hilmi, inkarın (küfrün) gerçekte mümkün olmadığını ifade etmektedir. O, yarı bilgili ve yarı aydınlar arasında inkarcıların bulunabileceğini, fakat bunların inkarında bir ilmî ve felsefî şekil olamayacağını belirtmekte ve böyle bir inkarı cahillik ve ahmaklıkla vasıflandırmaktadır. Ona göre ilmen ve felsefî olarak "inkar"ın mümkün olmadığını kabul etmek gerekir. Nitekim böyle bir kabulü tarihin yalanladığı da bir gerçektir.

Bu noktada Ahmet Hilmi bir meseleyi daha nazarlara sunmaktadır. Ona göre ilkel dinlerin taraftarlarında olsun veya yanlış düşünceye kapılmışlarda olsun, din hissi tamamıyla mevcuttur. Bütün bu yalan ve yanlışlar esasta değil, bu hissin açıklanmasında ve hayata uygulanmasında görülmektedir. Bir ağaca veya bir puta tapan vahşinin inanmış olan vicdanı tahlil edilse, o kişinin taptığı şeyde insan üstü bir takım vasıflar varsaydığını, ondan hayır ve şer umduğunu, onda affetme iradesi, kudret ve vicdan gördüğü müşahede(gozlem) edilecektir. Buradan da anlaşılmaktadır ki, bu insan, yaratanı inkar etmemekte, bilgileri ve dimağı hakikate kadar ulaşamadığı için, bu hakikatin serpintilerini yanlış olarak bir yere atfetmektedir. Şu halde bu kişinin, felsefî bakımdan kafir olmadığı anlaşılacaktır. Ancak varlığın hakikatini ilim ve mantık kuvvetiyle bozmaya kalkışan ve tahlilinin gayesinde "uluhiyyet ve hakikat" olmayan bir tasavvuru hak ve hakikat yerine koymaya uğraşan bir adam ise, din hissinden bile uzaklaşmış ve inkarı kasden ve ilmen meslek edinmiş ve kafir ünvanına hak kazanmış olmaktadır.

Fakat bütün bunlara rağmen Ahmet Hilmi, insanın, akl-ı selimini
kaybetmedikçe varlığı inkar edemeyeceğini düşünmektedir. Bazen çeşitli varlıklardan biri hatta bazen de manevi varlık bazı insanlar tarafından inkar edilebilir. Ancak sonuç itibariyle mevcud olanlardan birini inkar etmek zorunda kalmıştır. O, bu inkar edilen varlık sayesinde fert bir başka açıdan Allah’ı inkar etmiş olur düşüncesinden hareketle bunun en büyük delilinin, insanın kendi nefsi, kendi benliği olduğunu söylemektedir.

"insanın tam manasıyla herşeyi inkar edebilmesi için önce kendi nefsini sonra bu nefsi vasıtasıyla anlayıp, hissettiği çeşitli varlıkları inkar edebilmesi gerekir ki, bu da insan için mümkün değildir" düşüncesinde olan Ahmet Hilmi, var olan bütün mevcudatın kelime-i tevhid ibaresinin içerisinde bulunduğunu ifade etmektedir.

4. izmirli ismail Hakkı

ismail Hakkı (1868-1946), Allah'ın varlığını ispat etmenin yolları konusunda bir sınır bulunmadığını belirterek kelamcı ve filozofların kullandıkları en meşhur olan ispat delilleri hakkında bilgiler vermektedir.

4.1. Fıtrî Delil
insan, fıtratı gereği kendi gücünün üstünde yüce bir gücü idrak etmektedir. Bu duygu ve düşünce her insanın fıtratında mevcuttur. insan, özellikle başının sıkıştığı anlarda yüce bir kudrete iltica(sığınma) etme ihtiyacını duymaktadır ki, bu yüce varlık Allah'tır. izmirli, fıtrat delilinin halka daha uygun ve anlaşılmasının daha kolay olduğunu söylemektedir.

4.2. inayet(yardim), Hikmet veya itkan(saglamlastirma) Delili
izmirli, "inayet delili" şeklinde de anılan, âlemdeki güzellik, uyum ve anlamın bir gaye gözetilerek meydana getirildiği savunulan "hikmet delili"nin Kur'an'ın kullandığı delillerden biri olduğunu, felsefede buna "illet-i gâiyye" veya "nizam-ı âlem" adı verildiğini belirtmektedir. O, kainattaki muhteşem nizam, intizam ve mükemmellikten hareket ederek Allah'ın varlığını isbat eden bu delilin üzerinde ısrarla durmakta ve bunun Allah'ın varlığını ispat eden en açık delil olduğunu ifade etmektedir. Bu delilin âlemin bir nâzımını ispat edebileceği, ancak bir hâlıkın varlığını gösteremeyeceği şeklindeki itiraza karşı çıkarak, âlemdeki düzenin âlemin kendisinden ayrı olmadığını, nâzım ile hâlıkın bir olduğunu, çünkü âleme nizamını vermenin âlemin kendisini ortaya koymakla eşdeğer bulunduğunu savunmaktadır.

4.3. Hüdûs(sonradan meydana gelen) ve imkân Delili
Allah'ın varlığını ispat etme mevzuunda selef ve kılasik kelam metodunda hüdûs, felsefede ise imkân delilinin daha çok kullanılmakla birlikte müteahhirîn döneminde imkân delilinin kelamda da yer almaya başladığını kaydeden izmirli'ye göre, hüdûs delili imkân delilinden daha açıktır. Birincisi faili ikincisi mûcidi gerektirmektedir. imkân delilinde vâcib li-gayrihi bir mümkin söz konusu olmaktadır. Böyle bir varlığın mümkin oluşu tam olarak belli değildir. Bir varlığın mümkin olup olmadığını en iyi olarak hâdis oluşuyla anlaşılabileceği gibi hüdûs, imkândan daha kesin ve açıktır.Hâdisin muhdise ihtiyacını aklen ap açık bir şey olarak gören izmirli'nin hüdûs deliline de güven duyduğu anlaşılmaktadır.

4.4. Tekâmül Delili
Tabiatta tesadüflerin esas olduğunu savunanlara karşı izmirli'nin, tabiî seleksiyon ve evrim teorisindeki liyakat prensibinin kaynağını öne çıkardığı görülmektedir. O, bazı türlerin baki kalmasının kendi kendine olmasının mümkün olmadığını ifade ederek, bunun mutlaka bir kudrete ait nizamın bir parçası olması gerektiğini ifade etmektedir. Esas itibariyle tabiî seleksiyon kanunu, Allah'ı inkar edenler tarafından en çok kullanılan bir husus olmasına rağmen onun nazarında böyle bir kanun her şeyi kontrolü altında tutan bir gücün kabul edilmesiyle ancak anlam kazanabilecektir.Hatta ona göre bu kanun, Allah'ın varlığına açık bir delil teşkil etmektedir.

5. Elmalılı M. Hamdi Yazır

Elmalılı M. Hamdi Yazır'ın (1877-1942) isbât-ı vacible alakalı görüşlerini "Metâlib ve Mezâhib" isimli eserin kendisi tarafından kaleme alınan mukaddimesinde ve "Hak Dini Kur'an Dili" isimli tefsirinde zikrettiği görülmektedir.

5.1. Hareket Delili
Hamdi Yazır'a göre, âlemde hareket eden her şey, kendi haricinde bir tazyik ve tesire bağlıdır. Hareket halinde olan bu şeylerin hiçbirinin illeti kendisinde değildir. Buradan da, anlaşılmaktadırki, âlem makinasının yaratıcısı ve hareket ettiricisi, âlemin kendisinde değil, dışındadır. Ona göre yokluğun varlığa illet olması ve hiçten herhangi bir şeyin husule gelmesi mümkün değildir. Yani yok iken mevcut olan eşya, kendilerindeki o yokluktan yine kendi kendilerine değil, mutlaka mevcut bir mucidin tesiriyle vücuda gelmektedir. Nitekim maddede asıl olan boş durmadır. Ona hareketi veren ise Allah'tır.

5.2. Tahavvül ve Tekâmül Delili
Kainatta her an meydana gelen değişim ve tekamül'ün Allah'ın varlığının delillerinden biri olduğunu ifade eden Yazır, herhangi bir şeyin uğramış olduğu tahavvül veya tekümülü tabiata vermenin, tabiatın kendini değiştirdiği manasına geldiğini, bunun ise, tabiat farz edilenin tabiat olmadığının bir itirafı olduğunu savunmaktadır. Âlemin nizamında tam bir kemal olmadığını ileri sürerek, bunun yaratıcısının mükemmelliğine delalet edemeyeceğini iddia eden bazı düşünürlere de: "tabiatın eksik noktaları olarak kabul edilen şeyler de tabiat fikrinin aleyhine olarak Sani'in fâil-i muhtar olduğunu isbat eyler, yoksa tabiat nasıl değişebilirdi?" şeklinde cevap vermektedir.

5.3. Vicdan ve Vücud Delili
Elmalılı, vicdan ile vücud arasında bir irtibat kurarak Allah'ın varlığına ulaşmaktadır. Ona göre vicdan her an tecelli eden bir gerçeklik, bir ilk olay; vücud ise bu aynaya yansıyan bir son gerçekliktir. Vicdan, vücudu kendinden önce gelen zorunlu bir şart olarak bulmaktadır. Böylece vücud, vicdanın ilk objesi olmaktadır. Vücud olmasa, vicdan olamayacak; vicdan olmasa vücud tecelli edemeyecektir. Özel bir vicdan ile özel bir vücudun özdeşleşmesinde Allah'ı temsil eden ve O'nun halifesi olan nefis ortaya çıkmakta; evrensel vicdan ile evrensel vücudun özdeşleşmesinde de Allah'ın zât'ı ortaya çıkmaktadır

http://www.cevaplar.org/i...;sec1=24&yazi_id=4800