roman bir kule'de başlıyor ve bir yatakta bitiyor. tüm kahramanları özellikle leopold bloom ve hayalindekiler çok matrak. stephan dedalus'ta şairanelikten gelen bir shakespearevari tavır olsa da,*-(onun gibiydim ben de, bu düşük omuzlar, bu zarafetsizlik. çocukluğum yanıbaşımda eğilmiş duruyor. elimle bir kez hafifçe de olsa onu okşayamayacağım denli uzakta. benimki uzak onunki gizli gözlerimiz denli. sessiz, kaskatı gizler, kalplerimizin muzlim kaşanelerinde kurulmuşlar: zorbalıklardan usanmış gizler: alaşağı edilmeye istekli zorbalar.)- bloomla yolları kesişince pek bir uyuşuyorlar.
Bilinçakışı metoduyla (son bölüm hariç*) bir erkeğin* aklından geçenler, gündüz gezer düşleri erotik ayrıntılar dahil, tüm ayrıntılar es geçilmeden okuyucunun üstüne akmakta. özellikle 15. bölüm* o kadar renkli bir tiyatro, karnaval sahnesi ki bloom'un iç hesaplaşmalarının, suçluluk duygusunun, özlemlerinin ve görmemeye çalıştığı gerçeklerin tezahürü öyle komik, öyle farklı, öyle absürd ki insan bloom'a hem kızıyor hem acıyor ama seviyor işte.
11. bölüm bloom'un bir genç hanım tarafından nasıl farklı görülebileceğine, aşka dair ayrıntılarla ve bizim kılıbık ama bir taraftan da hiçbir masum* çapkınlık fırsatını kaçırmayan leopold'un iç güdüsel icraatlarıyla başka bir boyuta atlayarak yine gülümsetmekte.
romanın başından beri süregelen bir hamlet sorunsalı ya da olgu olmaya aday sav mevcut. aslında hamlet'in torununun shakespeare'in dedesi olduğu savı.* leopold bloom kendisine babacık diyen tatlı bir kız babası, karısıyla gurur duyan** kılıbık, derinden erkek evlat özlemi çeken; stephen dedalus da şair olarak yaşayabilmek isteyen, üç kuruşa öğretmenlik yapan ve babasıyla yıldızı hiç barışmamış bir evlat. bu minvalde hamlet devreye giriyor sanki.**
bloom ile dedalus'un karşılaşması yani uyurgezer mily'nin babası, gündüz gezer bloom ile gece gezer dedalus'un buluşması; bloom'un stephan'a babalık yapması, parasına, şapkasına sahip çıkması hatta evinde misafir edip kahvaltı filan hazırlaması pek bir naif. tabi joyce burada çağan ırmak gibi salya sümük ağlatmak yerine, yine birbirinden ilginç şekillerde bize bilimsel, mantıksal ve mantıkdışı bakışlarla bu iki insanın zihnini ve algılayışlarını üstümüze dalga dalga getirerek kafa kopartmaya devam etmekte.*
ve son bölümde penelope ya da moly bloom sazı eline alarak, hayatına giren erkekleri, kendisine anlatılan yalanları, keşfettiği gerçekleri, kendi pratik ve pek faydalı çözüm yollarını, bloom'a dair his ve düşüncelerini ve en nihayetinde evlenme, birlikte olma teklifine nasıl ve neden evet dediğini anlatarak, tüm mazisinin bilincini bize akıtarak mutlu mesut olaya son noktayı şu şekilde 'evet'leyerek koymakta:''...evet mağribi duvarının altında beni nasıl öptüğünü de ve düşündüm ki bir başkası olacağına o olsun ve gözlerimle sorduydum ona gece sorsun diye evet o da sorduydu bana ister miyim diye evet evet diyeyim diye dağ çiçeğim benim sonra ilkin kollarımla ona sarıldım evet kamilen parfümlediğim memelerimi hissedebileceği şekilde onu ta kendime çektim evet ve onun yüreği çılgınlar gibi vurmaktaydı ve evet dediydim evet isterim Evet.''
ulysses'i okumanın zorluğuna dair ek bilgi: üç ayda anca okunabilen bir kitap, okuma süreci baya bir gel-gitli, ama çok faydalı çünkü ulysses'i bitiremedikçe insan başka kitaplara sarıyor, böylece üç ayda bir ulysses 20 tane de başka kitap okuyarak hidayete eriyor bünye. ethica bile bitiriliyor ulysses daha 300. sayfada kalıyor, ancak matrak bloom'un peşine taklılıp dedalus ile yarenlik yapınca er geç moly'nin yatağına ulaşılıyor.
irlanda'nın, museviliğin, irlanda insanının, erkek ve kadının benzer ve apayrı ruh hallerinin gündelik hayata renkli yansımalarının başrolde olduğu roman aslında ağır bir dille değil tam tersine erkeklerin çok hoşuna gidecek bir jargonla yazılmış olmasına rağmen tekniğinin farklı ve birçok şeyin birleşimi bir şekli olduğundan dolayı okuması zaman alıyor. belki de hiç klasik roman okumamış bir genç, çok rahat okuyabilir. ama anlayabilmek için de çok şey okumuş olmak gerekiyor. yani bilgilere sahip olup, şekilleri unutmak kaydıyla zevkle okunacak bir eser.*
uzun girdimizi sevilen, beğenilen alıntılarla tamamlayıp, joyce'a saygılarımızı, bloom'a sevgilerimizi, dedalus*'a ilhamlarımızı, moly de sempatilerimizi yolluyoruz...
--spoiler--
bir buruntu, henüz aşkın ıstırabına dönüşmemiş bir ağrı kemirmekteydi yüreğini.
--spoiler--
--spoiler--
öğrenmek için mütevazi olmak gerek. ancak hayat en büyük öğretmendir.
--spoiler--
--spoiler--
başkalarının efendisi de olma, kölesi de.
--spoiler--
--spoiler--
bir kapının önünde beklersen, açılır bazen kapı.
--spoiler--
--spoiler--
deha sahibi bir insan hata yapmaz. onun hataları istençlidir ve yaratıcılığının kapılarıdır.
--spoiler--
--spoiler--
bazı yaralar ancak sevgi merhemiyle iyileşebilirdi. o bir kadındı, gerçek bir kadın, o erkeğin tanımış olduğu feminenlikten uzak, matah şeylermiş gibi bisikletleriyle tur atan öbür havai kızlara benzemezdi, her şeyi bilmek her şeyi unutmak istiyordu, onu kendisine aşık edebilseydi eğer ona mazinin hatırasını unutturabilirdi. işte o zaman inşallah adam gety'i nazikçe kucaklayacak, onun yumuşak vücudunu gerçek, bir erkek gibi ezercesine kendine doğru çekecek, onu sahip olduğu biricik kızcağızı, sırf kendisi olduğu için sevecek sevecekti.*
--spoiler--
--spoiler--
insan dünyanın bir ucuna kaçsa da kendisini aşmaktan kurtulamaz; tanrı, güneş, shakespeare, gezgin bir satıcı gerçekte kendisini aşarak kendisi olur.**
--spoiler--
son söz: aslında bloom'a ya da joyce ya da dedalus'a bir şarkı yolluyorum. * of aman aman**