erasmus'un delilik ve bilgeliği kıyasladığı ve hiciv sanatıyla yoğurup sunduğu kült bir eser. okumadan önce böyle bir beklenti vardı ama doğruya doğru 1500 yılında yaşamış büyük bir yazarın bu kadar adı duyulmuş eserinden insan biraz daha bir şeyler bekliyor. yanlış anlaşılmasın kötü kitap değil ama yunan mitolojisinden verdiği metaforların tadını kaçırmış biraz abimiz. bu kitabı kankisine değil de bana yazıp yollasaydı "birader sen hollandalısın , kendine gel , özüne dön" derdim. neyse eserden beğendiğim bölümlere gelirsek ;
--spoiler--
"Başınıza taş düşerse bu sahiden kötüdür ; ama utanç , şerefsizlik , ayıp ya da hakaret , anca sen aldırırsan kötü olur. His yoksa kötülük de yoktur. Halk var gücüyle seni ıslıklarken , sen kendini alkışlarsan , bunun ne zararı olabilir? işte kendini alkışlamanı mümkün kılan tek şey deliliktir."
"Çünkü hakikati söylemenin kendine özgü bir zevki vardır , gücendirmemeyi beceriyorsa tabi. işte bu meziyeti tanrılar sadece benim delilerime bağışlamıştır."
"Ne gerek vardı diyalektiğe , aralarında fikir ayrılıklarından kaynaklanan bir savaş olmadığına göre? Ne yeri vardı hitabetin , hiç kimse birbirinin işine burnunu sokmadığına göre? Ne işi vardı hukuk ilminin, iyi yasaların doğmasına neden olan kötü huyları olmadığına göre? .."
"Bana öyle geliyor ki , doğa öngörülü davranıp bilgelikten doğacak kötülüğü ölümlüler arasında daha fazla yaymak istemiyor."
"(yaşlılık hakkında) Tanrıların öfkeyle yaptığı dönüşümleri (metamorfoz) hatırlatmak dahi istemiyorum , ama büyük bir lütufmuş gibi bahsettiklerine gelirsek , onlar insanları ağaca, kuşa , çekirgeye ya da hatta yılana dönüştürerek hep avutup duruyorlar; sanki başka bir şey olmak aslında ölmek değilmiş gibi... Oysa ben yaşamın en iyi ve en mutlu çağına gitmekte olan insanı hiç değiştirmeden oraya ulaştırıyorum. "