chaplin in en iyi 2 filminden biri. kemal sunal ın bolca esinlendiğinin bilindiği (aynı kontekste ayrıca (bkz: the kid)), boks sahneleri ve slapstick bölümleri ile ziyadesiyle kahkaha attırır.
---olası spoiler ibaresi---
en başta heykelin açılışındaki konuşmaların distorsiyonlu yapılışı, aynı sekansta kadrajı mükemmel ayarlaması ve hiç diyalog kullanmadan little tramp in topluma bakışını filmin başında gösteren heykelin elini kendi burnuna yaslayarak nanik yapışı gibi chaplin etkisini belli eden harika detaylar var. the gold rush daki botlarını yeme sahnesi burada konfeti şekline bürünüyor.
mükemmel bir şekilde dramatize edilmiş son sahnesi ise melodrama kaçmadan ve yapış yapış olmadan nasıl final yapılır konusunda ders verir gibi. son cümlenin çift anlamlılığı ve kadının zengin bir beyefendi olarak beklediği kurtarıcısının, normalde görünümüyle dalga geçeceği bir serseri çıkması, onun gözlerinin ikinci kez açılmasına yol açar. film boyunca serseriyi ilk kez kadının gözünden görür ve biz de onu ilk kez görmüş gibi oluruz. tıp ileri teknikleri ile hastalığı sağaltır ama şehir ışıklarının cazibesi gözlerini kamaştırdığından insanlar hala görememektedirler. ancak böyle yüce bir duygu onların tam olarak görmelerini sağlar ve burada insanların statüleri değersizleşir.
---olası spoiler ibaresi bitti---
yeşilçam versiyonunda tüm film sarhoş adamla ilişkilerine yaslanırken city lights da bu kısımların filmin üçte birini dahi kaplamayıp sadece konunun akışında bir yardımcı niteliğinde olduğu ve dahi bulduğu orijinal bir fikri sömürmediğini; tüm film boyunca gülerken son sahnede gözleri dolmayan insanın ciddi duygusal anksiyetesi olabileceğini, modern times dan sonra en iyi chaplin filmi ve en iyi isme sahip filmlerden biri olduğunu söylemek icap eder.