neredeyse günü birliğine geldiğimiz şu dünyada canımızın sıkılması tuhaf değil midir? italyan romancısı alberto moravia'nın kıskançlık isimli romanında, romanın baş kişisi şöyle diyor: "tarihin kaynağı ne ilerlemede, ne biyolojik gelişmede, ne ekonomik olaylarda, ne de çeşitli okullardan tarihçilerin genellikle ileri sürdükleri nedenlerin hiçbirinde değildi ve sıkıntıda idi sadece. işin başında sıkıntı geliyordu. tanrı'nın canı sıkıldı, yerle göğü, suyu, hayvanları, bitkileri, sonra da adem ile havva'yı yarattı; bunların da cennette canları sıkıldı, yasak yemişi yediler. böylece tanrı'nın canını sıktılar, o da onları cennetten kovdu. habil canını sıktığı için, kabil onu öldürdü. tanrının insanlara yine canı sıkıldığından tufanla dünyayı yıkıp yok etti. ama, bu felaketler de onun canını sıktı, o kadar ki, havayı yine düzeltti. bu da böylece sürüp gitti. büyük mısır, babil, pers, yunan ve roma imparatorlukları can sıkıntısı içinde ortaya çıkıyor, can sıkıntısı içinde yıkılıp gidiyorlardı. puta tapanların sıkıntısı içinde hristiyanlık doğuyordu..."
özetlersek, bir sıkıntı bir sıkıntı ki, yaşamdan ölüme dek sürüp baştan alıyor. bir saçmalığın, bir tutarsızlığın ürünü değil de nedir bu sanki? yo... bundan ötürü her şeyi küçük görelim, bu dünyadan bir an önce geçip gitmeye bakalım dediğim yok, sakın yanlış anlamayın. nasıl olsa bir gün çekip gidecek değil miyiz, hiç canınızı sıkmayın!