bugün

23 ekim 2011 van depremi

--spoiler--
2 gündür bir tuhafım, duygularım altüst oldu...

17 ağustos depremini yaşadım ben, 1 ay çadırda kaldım. tanıdığım insanları toprağa verdim. deprem sabahı ilk kez ekmek kuyruğuna girdiğimde nasıl ağladığımı bir ben bilirim. çünkü daha üç beş saat önce burun kıvırdığım ne varsa hepsine muhtaç olmuştum! karnım açtı ve bir somun ekmek için hiç tanımadığım insanlarla birlikte, pijamalarımın içinde kuyruğa girmiştim, yüzümde sarı bir maske vardı, terli ve pistim...

aradan geçen bunca yıla rağmen beton blokların altından çıkarılan insanların cesetlerini hiç unutamam, yüzlerine kan oturmuş, morarmış, gözü açık cesetler...tenleri ezilmiş, saçları tozdan topraktan bembeyaz olmuş insan cesetleri... ama artık onları görmek o kadar sıradanlaşmıştı ki şaşıramıyordum bile. yaz sıcağının ortasında susuzluktan kırıldığımız, günümüzü yardım kuyruklarında geçirdiğimiz, hastalandığımız, yoğurt kaplarına kuru fasulye ve pilav doldurabilmek için yemek dağıtan tırın arkasında yarım saat beklediğimiz günlerdi.

geçmedi o günler. en azından bende hiç geçmedi, geçmeyecek. her depremde aynı acıyı yeniden yaşıyorum, yeniden giriyorum o kuyruklara, yeniden görüyorum kireçlenmiş sıra sıra mezarları, cesetleri ve çaresizliği.

aynı acıyı van depremiyle yeniden yaşadım. görüntüleri izleyemedim, haberleri okuyamadım, olabildiğince uzak kalmaya çalıştım. çünkü deprem konusu bende artık travmaya dönüşmüştü. fakat dün bir şekilde, van depreminden sonra twitter'da yazılanları okudum. "allah'ın sopası yokmuş, onlara iyi olmuş, şimdi kendileri düşünsünmüş..."

insanlığımdan utandım, başkası adına utandım, ezildim, içim almadı yazılanları. "yanlış okusam." dedim, "şaka olsa..." dedim, "yanlış anlamış olsam keşke..." dedim ama her geçen dakika arttı bu düşünceler. şaşırdım, üzüldüm, tekrar tekrar okudum, her seferinde daha da şaşırdım. ne hissedeceğimi, ne yazıp söyleyebileceğimi bilemedim. saldırganlıkları karşısında, zavallılıkları karşısında çaresiz kaldım. dimağımdaki kelimeler, kalbimdeki duygular, sözlüğümdeki sıfatlar yetmedi onları tanımlamama, tanımlayamadım.

şişli'ye yakın oturuyorum. belediyenin yardım konvoylarına katkıda bulunmak istedim. evde kullanılmayan eşyalarım vardı, kışlıkları ayırırken artık giyemeyeceklerimi (küçük gelenler ya da alıp da bir türlü giyemediklerimi) toparladım, atkılar, bereler, kazaklar, gömlekler, pantolonlar, havlular, çarşaflar...yakın zamanda anneme götürüp ihtiyacı olanlara dağıtmasını isteyecektim. ama bugün onları aldığım gibi belediyenin yardım konvoyuna teslim ettim. içlerine de not yazdım "sizin yanınızdayız, yalnız değilsiniz...istanbul'dan sevgilerle..." diye.

bir arkadaşımın benim için ördüğü, neredeyse 2 metrelik yün atkıyı da koydum bavula, keşke daha fazlasını yapabilseydim, keşke gidebilseydim oraya, ama böyle de bir işe yararsam, o atkımla bir kişi ısınırsa daha da bir şey istemem.

şimdi ben bu depreme sevinen, "insan" demeye dilimin varmadığı kişilere ve bu depremden yola çıkıp "yaaa gördünüz mü, işte böyle olur..."culara sormak istiyorum:

17 ağustos 1999'da ölen 15 günlük bebekler kimin cezasını çekti?
17 ağustos 1999'da ölen 30 bin insan evlâdı neyin kefâretini ödedi?
17 ağustos 1999'da ölmeden mezara giren onbinlerce insanın suçu neydi? neyin bedeliydi bu yaşadıkları?

acının ırkı mı olur? sönen ocağın milliyeti mi olur? biz bu memlekette soykırım mı yapmaya çalışıyoruz da haberimiz yok?
ne ara böyle çarpık duygulara sahip oldunuz, hangi anne-baba sizi böyle yetiştirdi, nasıl bir sistem beyninize soktu bu düşünceleri? nasıl bir ruh hastalığı sizinki? nasıl bir kafa?

benim aklım almadı, midem almadı sizin yazdıklarınızı, söylediklerinizi. sizin için söyleyebileceğim tek bir şey var:

bugün küçümsediğiniz, güldüğünüz, acısını umursamadığınız insanları anlamak için, onlarla aynı acıları yaşamanız gerekmez umarım.

siz insansanız, ben değilim.
--spoiler--