ali şerîatî mumammed kimdir isimli kitabında sözde peygamberimizin hayatını anlatacak ya, daha önsözde benim bu öyküye bakış açım mezhebî îtikadlar açısından değil diyerek okuyucuya takiyye yapıyor. diğer bir ifadeyle acem yalanına başvuruyor.
çünkü, kitap başından sonuna kadar, söylediğinin tam tersi yazılarla dolu.
önsözde, kitabı hakkındaki ikinci yalanı da şöyle: her türlü taassup, taraf tutma ve pek çok araştırmanın hastalığı sayılan önyargıdan uzak
önyargıdan ne kadar uzak olduğunu da aşağıda göreceğiz. önsözde yazdığına göre peygamberimizi kitabında şöyle anlatıyormuş:
bir müslüman olarak değil de, tarafsız, ilmî bakış açısıyla olayları değerlendiren bir düşünür olarak muhammedin görüntüsünü sergilemek
işte bu doğru peygamberimizi, gerçekten bir müslüman olarak anlatmamış. zaten müslüman olarak anlatacak olsa, muhammedin görüntüsü demezdi.
ya hazret ya aleyhisselam veya peygamberimiz derdi.
çünkü müslümanlık peygamberimizi hürmetsiz anmaya engeldir.
şeriatînin, peygamberimizin hayatı hakkında kullandığı ifade de şu: muhammedin siyeri.
şimdi, ali şeriatînin, kitabının ileriki sahifelerinde yazdıklarına madde madde bakmaya çalışalım:
1- hazreti ömer (radıyallâhü anh) zamanında islamın irana girmesini içine sindiremediği için buna bir türlü fetih diyemiyor. arapların saldırısı, ömerin irana saldırı kararı diyor. (s.13, 14)
2- müslümanların iranı fethetmeleri içine öyle oturmuş ki, bu fethi hem sıradan bir savaş gibi görüyor hem de müslümanları vahşî kabileler olarak anlatıyor. ona göre müslümanlar vahşî, o zamanki imansız iran ile, doğu roma ise ileri bir toplum.
yine ona göre iranın fethi kudsî bir gayeye dayanmayan bir hegemonya.
işte sözleri: burada iran veya doğu romanın araplara yenilişi söz konusu değildir. çünkü vahşî kabilelerin medenî toplumlara saldırısı ve onlara karşı zafer elde etmesi büyük ve ileri toplumlar üzerinde hegemonya (baskı ve üstünlük) kurması, tarihte tekerrür eden bir olaydır. (s: 15)
3- şeriatîye göre peygamberimiz bedir harbini, başarı kazanamazsam yahudi ve münafıklar bana ne derler telaşıyla yapmış.
peygamberimizin düşüncesini şöyle aktarıyor: nasıl olur da eli boş medineye dönebilirdi. yahudi ve münafıklar ne derlerdi. (s: 29)
bedir harbine katılan ashâb-ı kiram hakkında ise şöyle diyor: çoğu yağmalama hedefiyle yola çıkan bir ordu
yani ona göre ashâb-ı kiram bedirde allah için, din için cihad etmemiş, yağma için yola çıkmış.
4- şeriatî, bedir harbine iştirak eden ashâbı kötülemeye şöyle devam ediyor: muhammedin ordusunda (ifadedeki hürmetsizliğe dikkat!) bir grup, cedelleşmeye ve münakaşaya başladı.
onlar şöyle diyordu: biz savaş için değil ganimet için yola çıktık. nasıl olur da 313 kişi hem de böyle sınırlı bir techizat ile, savaşa hazır, kılıç kuşanmış bin kadar savaşçıya karşı, mutsuz ve ümitsiz bir harbe girilebilir diyordu. (s: 32)
bedir ordusundaki ashâb-ı kiramı, içten içe kaynayan, ihanet etmek için fırsat kollayan kimseler olarak anlatıyor: muhammed (hazret demiyor) öyle güzel koordine etti ki, kimseye bir an bile olsun, ihaneti düşünme fırsatı vermedi. (s: 32)
5- ashâb-ı kiramın büyüklerini bile değişik tevhid anlayışı taşıyan, ayrı ayrı inanca sahip olan kimseler olarak gösteriyor:
ebûbekirin tevhid anlayışı
bilalin tevhid anlayışı..
evet bu iki tevhid anlayışı arasındaki fark, bedirde iyice kendini gösterdi. (s: 36)
allahın rızasından başka bir şey düşünmeyen bedir aslanlarını kötülemeye devam ediyor:
kin ve intikam ateşi daha da büyümekteydi peygamberin ünlü dost ve yardımcısı ebû huzeyfe intikam ve kin ateşi içinde yanıyordu. (s: 40)
6- kendi isteğinin tersine zaferle son bulan bedir savaşı sonrasını şeriatî şöyle anlatıyor:
islam ordusu ilk defa olarak en çetin savaşlardan birinden dönüyordu, gururlu ve muzaffer olarak.
gurur!.. bu çok çirkin bir huy ve özelliktir. (s: 42)
gördüğünüz gibi, islâm ordusunu önce gururlu olmakla suçlayıp arkasından da gururun çirkin bir şey olduğunu söylüyor. böylece, ashâb-ı kiramı çirkin bir huya sahip olan bir topluluk olarak gösteriyor.
7- sıra geldi uhud harbini anlatmaya. burada da ashâbın en öndeki üç büyüğüne dil uzatmaktan geri durmuyor:
osman firar etmişti. ömer ve ebûbekir ortalıkta görünmüyordu. (s: 65)
8- uhuddan sonraki hamrâül esed gazvesini anlatırken de, peygamberimizi insafsızca hareket etmekle suçluyor.
peygamber, ümmü mektumu medineye başkan olarak atayıp, henüz yüreği yaralı çocuk ve kadınların inilti ve ağlama sesleri duyulan evlerden, yorgun ve yaralı müslümanları çıkarıp harekete geçirdi (s: 70)
yorgun ve yaralı insanlar sefere çıkarılır mı? bu kadar da insafsızlık olur mu? demeye getiriyor.
9- mekkenin fethinden sonra peygamberimiz genel af ilan etmiş, ancak birkaç kişinin bulundukları yerde öldürülmelerini emretmişti. bunlar, işleri güçleri islâmı ve peygamberimizi kötülemek olan kimselerdi.
şeriatî, bu meseleden bahsederken şöyle diyor:
komutanlara emir şuydu: sizinle savaşmayanlarla değil, savaş açanlarla çarpışın. fakat bir grubu adlarıyla açıkladı. ve şöyle dedi: onları kâbenin perdesi (örtüsü) altında bulsanız da öldürün. (s: 189)
şeriatî, bu meseleyle ilgili 106 nolu dipnotta peygamberimize olan düşmanlığını açıktan açığa ortaya koyuyor. işte kullandığı ifadeler:
peygamberin sükûnet ve huzur sağlamaya, mekkede kan dökmeyi önlemesine karşın, öyle bir ortamda tavizsizlik göstermesi, onun ruhsal yapısının normal bir rûhi yapı olmadığını gösteriyor. onun hayat serüveni bu örneklerle doludur."
gördüğünüz gibi, peygamberimizi hem tavizsizlikle suçluyor hem de, normal bir rûhi yapısı olmadığını söylüyor. daha da ileri giderek hayatı bu örneklerle doludur diyor.
yukarıda, peygamberimize hazret dememesi şöyle dursun, hakaret edi̇yor! dediğim işte buydu değerli okuyucular.
10- huneyn harbini nasıl anlattığına geçmeden önce bir hatırlatma yapalım. bu harpte müslümanlar önce gafil avlanıp hevâzin ve sakif kabilelerine mensup müşrikler karşısında bir sıkıntı yaşamışlarsa da sonunda toparlanmışlardı. o harpte müşriklerin kumandanının ismi mâlik bin avf idi.
lütfen hevâzin ve sakif kelimelerinin müşrik, kumandanlarının da mâlik bin avf olduğunu unutmayınız.
bakın ali şeriatî huneyn harbini nasıl anlatıyor:
sabah karanlığı, derenin darlığında müslümanlar, elleri bağlı gözleri kapalı olarak kendi kadın-çocuk ve mallarıyla birlikte gelen fedâkâr hevâzin ve sakif savaşçılarının amansız darbeleri altında kıvranıyordu. (s: 213)
gördüğünüz gibi müşriklere fedâkâr diyor. anlatmaya devam ediyor:
bu sırada hevâzinin yürekli bayraktarı kızıl kıllı deve üzerinde ilerliyordu . bulduğunu mızrakla vurup düşürüyordu. (s: 216)
hevâzin kuvvetlerinin bayraktarını yürekli diye övüyor. müslümanları vurup düşürmesinden ise büyük zevk aldığı anlaşılıyor. aşağıda gördüğünüz gibi müşriklere fedakâr demekte ısrar ediyor:
fedâkâr hevâzin ve sakif müttefikleri, gerçi kadın-çocuk ve servetlerini savaş alanına getirmişlerdi. fakat her an şiddetlenen, sertleşen, hışmı artan, saldırgan fırtına karşısında gitgide ümitsizleşiyorlardı. (s: 217)
evet müşriklerin gitgide ümitsizleşip sonunda belalarını buldukları doğru. ne var ki, ali şeriatî buna kahroluyor. ama müşrik kuvvetlerinin kumandanını son ana kadar kahraman olarak anmakta da direniyor.
bakın:
son anlara kadar direnen huneyn kahramanı mâlik bin avf (s: 221) müşrikleri bu kadar öven yazarın, islâm askerleri hakkında ne dediğini merak ediyorsanız buyurun: