bugün

anlamsız

her yazdığını sevdiğim ve anlamaya çalıştığım bir yazar, şair ve şarkıcının yazısı.

Araba tekerlerinin ezdiği bir asfaltın üzerinde, bir gün önceden kalmış köpek cesetleri ki bir köpeğin cesedi olmaz gibi gelir insanlara; gelip gelmeyen akıllar, fikirler, leş olur bedenden taşmış kanlı cansız bir köpeğin ezik ve yitik asfaltsı bedenine.

1950lerden kalma bugüne inat saf bir Amerikan filmi seyrettiğim nadir gecelerden biri. Öyle güzel çalıyor ki piyanoyu aktör, montajlanmasa bu kareler, o hülyalı sese ve yanılsamalı geceye dalıp gideceğim o gecenin ve o filmin kıymetsiz bir parçası oluvereceğim. Kıymetsizlik karatsız satılacak kuyumcularda ve altın, değerinden olacak işçiliği olan her nadide parça, insan eli değince üzerine, kirlenip değerden düşecek

1950 de değil aslında belki yanılsamalı bir 1918 gecesi ve sonradan renklendirilmiş rengi çoktan yitik, hala soluklanan bir Amerikan filmi bir bar sahnesi kırmızı kareli örtüleri olan bar masaları ve karşılıklı iki adet tahta sandalye& iki kişiye izinli oturmalı saatler genizlerde yutulmaya yasaklı etil yudumlar ve terminolojisinde gizlenmiş sinema sahneleri..bir ben anlıyorum ne diyemediğimi ve bir ben haz ediyorum yazamadıklarımdan sevemediğim bir şarkının anlamsız nakaratına takılıyor aklım ve cümlelerim kayıveriyor her sevimsiz namenin yinelenişinde bir ben sevemiyorum yazamadıklarımı; oysa herkes anlamsız buluyor cümlelerimi anlamlandırılabilecek olsalar çoktan derlenip toparlanıp bir hikayenin tekerlemesi oluverirlerdi.. yine pireyle deve ve yine kalburla samanın içiyle dışı

Çağrışımlı bir hayatın imlasız yazıları, devinimine dur diyemediğim anlamsız ifadelere dönüşüveriyor bir bahane arayıp üç nokta koyuyorum bitemeyen cümlelerimin sonuna ve ölümümden sonra saygıyla anılacak bir yazar olamasam da anlamsız yazıların Emily Dickenson ı oluyorum. Hayal edip söylemediğim ama söylemeye çalışıp anlamlarını satır aralarına dürüp gizlediğim yazılar yazıp, onlara anlamsızca sahip çıkmaya başlıyorum. Sahip çıkmanın bir meziyet olduğu yepyeni bir kainat kuruyorum ki kainat da, boşlukta gezinen serzenişli gezegenlerin yuvası oluveriyor. Yeni ırklar ve yeni renkler doğuruyorum kainatıma ve kendi ellerimle savaşlar çıkarıyorum el yapımı yap boz dünyalara kara deliklerle boğuşuyor rengi alacalı parçalar ve adı bellisiz, sonradan koyulacak gezegenler oluşuyor anlamsız mucizelere gebe tarihlerde.

Sesini özlemlediğim bir dere kenarına gelip şehirden kaçış öyküleri yazıyor adamın biri deli diyorlar, aldırmıyor bir delinin aldıracak neyi olabilir ki zaten anılarından başka deliliğine müsebbib ansız anılar anların genleşmiş hikayeleri arasında bitmek bilmez bir çıldırış öyküsü geceleri çocuklara uyku getirmeyecek başucu masalları. inatla başucu masalları; bir yatakhane resminde elli iki çocuğun arasında uyuyamadığı için yanında çoktan uykuya dalmış çocuğun baş parmağındaki tırnağı okşayan sevgi hasreti kayıp bir velet baş parmağı o tırnağın üzerinde her kayışında gidemediği bir parkın kaydırağına biner gibi rüyalarının sonsuz merdivenlerine tırmanıp kendini fütursuzca bırakıveriyor boşluğa bir huzurun pençesi huzur da olsa, bu bir döngünün pençeleşmiş karartısına mecbur anlık bir soluklanma nefesi almanın onu geri vermeye mecbur edildiği ölümcül anlar aldığın her nefese sahip çıkamadığın bilindik kainatlar ve sahip çıkmanın meziyet dalından uzak duruşu ama bir duruş; bir endam
Bir delinin kucağına düşüyor aklım; ben de akılsız kalıyorum aklımdan kurtuluyor bedenim ve mekanlara sahip çıkıyor var olduğuna inandığım ruhum o delinin kucağı gelir aklıma aklımı yeniden kazandığım şu günlerde özlerim deli gibi deli li deyimler kullanır cümlelerim; tırnak açarım söylemlerime bir deliye aşık olduğum hafta içi günler gelir aklıma hafta sonlarında dimağım dinlenir (sonrasında delilği özlediğim mesai saatleri) Başkadır o kucaklar. Sevişmeler başkadır. Deliliğin tarihini anlatır kitaplar; bense sadece yaşarım kendi tarihime, yarına silinecek çentikler atar ucu kırık kalemim, silikleşir yazılar, anılarım silikleşir en önce yaşadıklarımı diri diri tutar belleğim diridir ilk yazılanlar

deliliğin gerçeğe kafa tutan bir kararsızlığı vardır hep kayıp, yolu bulanık bir gerçeği vardır kaçıklığın vardır ve var olandan bazılarıdır

Oysa O, hala sevdiğim bahçede, yarı kuyruklu piyanonun üzerine oturup inatla My Funny Valentine ı söylüyordu gözlerini kapatıp bitmeyen bir sigaranın dumanlı tükenişi gibi şarkıya sözcük ediyordu genzinden dökülen dudak kıpırtılarını o sevimsiz, o çirkin adam ne güzel oluyordu bir anda neleri gizlerdi ki yüreğinde ve hiç bilemediğim farkı neydi bu yürekle kalbin? Bir bedenin- ki beden demek hep daha hoş olmuştur sanatlı söylencelerde- içinde taşıdığı bu etli butlu yenilmez organın acısı bu kadar mı yakardı adı bellisiz duygu uzuvlarını

Canım acır nedensiz ve mandallarım göz yaşlarımın en ucunu kuruyup kabarcıklandıklarındaysa kırışıverir içim hiçbir sıcaklık açamaz büzülmüş, kendi içine dönmüş kıvrımlarımı varlığı anlamsız kara bir böcek gibi kıvrılırım; en kolayı, acırım kendime bir otel odası ve duvar kenarında dolanıp duran, öldüresiye tiksindiğim; işe besmelesiz başlayan imansız haşare sürüleri acımadan bir terlik patlatırım üzerlerine ve ne iğrenç bir sestir o öyle ezilirler durduk yere. rahatlarım.

-Rahatlamanın elle tutulamaz anları başlar hayatımda deli adam daha da delirir kimse dokunamaz, kimse ilişemez tükenikliğine.-
bir gece, içim bunalıverir, bulanıverir aklım ve kelimeler pervasızca dökülür dimağmdan yere yine anlaşılmaz tırnaklar açarım cümle başlarına;bencilleşir bütün genlerim. Ben yazarım ben okurum yine de anlamam belleğimin altına sıkışmış acıları-yazdıkça. Rahatlamanın elle tutulamaz anları yinelenir hayatımda bir andır tutsaklıklarım tutulur kalırım her şeyin gerisinde.

Jehan Barbur