girne

odamda oturmuşum,girne manzarası camın hemen ardında. uzun zamandır bakmıyorum o manzaraya bu odanın penceresinden. esaslı bir fotoğraf lakin ben ezberledim o manzarayı.

gemilerin dinlendiği limanı ışıltısıyla sarmalayan barların rengarenk ışık yağmuru. sarı, mavi, kırmızı, sırasıyla dönüyor. insanlar birde, bu odadan bakıldığında tıpatıp birbirine benzeyen insanlar. kimi türk, kimi ingiliz, kimi rum, kimi rus...pekte anlaşılmaz aslında nereli oldukları ama neredeyse yarısından fazlası tatlı bir sarhoşlukla sallanır hep. bazen apartmanın önünden geçerken bir kahkaha patlar ansızın, istemsiz bir tebessüm parlayıverir bende de. insana umut veren bir kahkaha olur sıklıkla, tüm sıkıntıları doğduğu toprakların sırtına yıkabilmiş, hayat kokan, umut veren bir içtenlikle atılan kahkahalar.bir eksikliğe karşılık atılan aşağılayıcı ve yaygaracı türden değil. anlardım ki ya eğlenceye gidiliyor ya da eğlenceden dönülüyor.

bir de deniz, akdeniz. martılarının nereye gittiğini hala kimsenin bilmediği o martısız deniz. açıklarında hep demirlemiş bir kuru yük gemisi durur.onunda altı aydır orada neden demirlemiş olduğunu kimse bilmez. belki bozulmuştu, belki sefer sırasında mürettebat ayaklanma çıkarmıştı en iyi ihtimalle kaptan istifa etmiş ve şirketin yine deniz yoluyla yollayacağı kaptanı bekliyor olmalıydılar. akdeniz korsanları öleli bin yıl oldu neredeyse, o yüzden güvende sayılırlar aslında.

toroslar diğer yakada gecenin karanlığına saklanan ve gözünü kulağını bu kıyıdan ayırmayan beyaz saçlı ihtiyar bir hayalet gibi. o hasta adamın hayaleti. biraz hırslı biraz da acıyarak durur ve kendini açığa çıkaran her sabah güneşiyle sanki düşünmeye başlar yine o uzun ve karanlık çıkmazları. ülkenin kokusunu üfler camdan içeri bazen, o zamanlarda 'bir nazım' olamasa da adam 'biraz nazım' olabilir işte. 'özlemek' fiili biraz daha hızlı vurur iç organlara, dil gelmekten korkar, bilir, beceremez de...