bugün

seni özlemek istemiyorum

ne zaman özlemeye başlar ki insan, ne zaman kendini unutup bir başkasının kalp atışlarında öldürür kendini; özlemeye başlayınca mı? ya da şöyle diyelim, insan özlemeye başladığında mı anlıyor özlediğinin kendisini mutlu ettiğini ve belki de aşk denen lanetin mağduru olduğunu? yok, aslında hiçbiri değil; çünkü özleyen ne kadar özlerse o kadar bağımlı oluyor özlediğine. oruç aruoba'yı anıyorum şuan, ne güzel anlatmış kılavuzunu özlemin.

ne zaman özlemeye başlar insan, duygu yoğunluğunun etkisinde hep o'nu görmek istediğinde mi? göremediğinde katlanan özleme çare nerede aranır, ne derman olur özleme? hiçbir şeyin hiçliğinde çare arayışlarıyla telefona her dokunuşta, özlemle birlikte depreşir yalnızlık. ardı sıra umutsuzluk...

heyecanın dorukta olduğu aşk başlangıçlarında, hep o'nun yanında olma o'nunla konuşma, o'na dokunma isteğidir özlemek ve her adımda heyecan katlandıkça özlem de katlanır. ilerleyen zaman özleme çare olmaz, aşk kendini özlemle bütünleştirir. bir insan bir başka insanı ne kadar özleyebilir, ne kadar bekleyebilir ki? hem özlemin verdiği acıdan kurtalma çabaları da nafile olacaksa, daha yolun başında özleme dur demek gerekli. daha önce çok özlem çekenler bilirler, özlemin sınırı yok, beklemenin de. yeni özlemler büyütmeden kalbi durdurmak en iyisi.

uzak mesafeli ilişkilerin özlem ilacı telefon oldu günümüzde. tek tuşla sesini duydunda özlemin diner, mutluluğu kısa süreli yakalarsın. ta ki özlem heyecanla birlikte yok olana dek...

***experimental***
cep telefonu sonrası ilişkilerde, özlemeye fırsatımız hiç olmadı, ne kadar uzakta olsak bile sürekli haberleşebildik, sürekli konuşabildik, başta iyi gibi geldi bu bize, "ne güzel, özlediğin zaman sevgilinin sesini duyabiliyorsun" diye düşündük, ama; özlemeye ihtiyacı olduğunu ilişkilerin, sevgilerin özlemle şarj olduğunu hiç hesaba katmadık, sürekli haberleşmenin ilişkileri hızla tükettiğini, heyecanı körelttiğini ya kabul etmedik ya da görmemezlikten geldik. eskiden uzun mektuplar yazarken, artık kısa mesajlar yollamaya başladık, derinliği, duygusallığı kaybedip, tüketime koştuk, tükettik, tükettik, sonra da tatmin olamadığımızdan, göğüs kafesimizdeki boşluğun verdiği o kötü histen şikayet etmeye başladık.

hayat bizi zamanla, açık büfe kahvaltı veren mekanlarda, tabağını tepeleme dolduran fakat yediği hiçbir şeyden zevk almayan yaratıklara çevirdi, oysa ki eskiden öğrenci evinde yapılan sahanda yumurtanın yağına banmak için elinde ekmek ile bekleyen ve o aldığı bir yudumdan inanılmaz keyif alan insanlardık.

sevgilinin sesinin değerini unuttuk artık duya duya,
o an ne yaptığını hayal etmenin keyfini kaybettik,
haber beklemenin heyecanı artık çok uzak,
özlemek ise sadece tensel.

***experimental***

özlemekten korkanlar için, yani benim için, kaçış en kolay yoldur. kaçarken adımlarınızı saymasanız da olur, nasılsa geri dönemeyeceksiniz. özlem acısız olsaydı ne de güzel olurdu...