det sjunde inseglet

entry37 galeri
    2.
  1. filmde haçlı seferleri'nden yorgun, mutsuz ve inançsız dönen şövalye antonius block ve silahtarı jons'ün isveç topraklarına çıktıktan sonra karşılaştıkları veba salgını, vebadan kaçan insanlar ve tesadüf eseri yollarının keşiştiği bir sokak tiyatrosu ekibi anlatılıyor.

    ingmar bergman sinemanın görsel özelliklerini, teknik imkanlarını, mekan zenginliğini tiyatro ile örtüştürüyor. isveçli yönetmen bir tiyatro oyununu kameraya alıyor sanki. oyunculuktan tutun da, diyaloglara, hareketlenme ve sahne değişimlerine her şey bir tiyatro oyunundaymışsınız hissi yaratıyor ve bergman kendi yazdığı bu oyunu bir sinema senaryosuna dönüştürme çabası gütmemiş. mesela karakterler aynı kare içinde birbirlerinden bağımsızmışçasına hareket edebiliyorlar. oyunculukta gerçekçi olmaktan çok duygu ön planda. diyaloglarda şiirsellik var. olay örgüsü içerisindeki metafizik durumlar şaşırtıcılık ya da mistizm duygusu yaratmak için konulmamış, hepsinin sembolik de olsa bir gerçekliği ve görevi var.

    ingmar bergman'ın bu filmdeki en büyük başarısı belki de tanrı ve ölüm gibi konuları ele alışı ve sorgulayan aklın inançla olan çatışmasını mükemmel bir biçimde ortaya koyuyor olmasıdır. belki de bu sebepten dolayı hikaye haçlı seferleri nin olduğu zamanda geçmektedir. avrupalılar ın tanrı için savaşa girdiğini söyleyerek halkı kandırdığı ve avrupa da oluşan veba salgını ile tanrının insanlığı cezalandırdığı düşüncesinin kilise tarafından kullanıldığı bir zaman. insanların inancı sarsılmış durumda ama ölüm korkusuyla tekrar sarıldıkları bir kurtarıcı da aynı zamanda, inanç. insanlar yozlaşıyorlar, adalet düşüncesi silikleşiyor, herkes kendi canını kurtarma derdine girişiyor. böyle bir salınım içinde bulunan bir güruh var filmde, tam olarak halkı karşılıyor. bu halkın karşısında ise akılcı, şüpheci ve inançsız şövalye antonius block var. aydın görüşlü antonius block olanları şaşkınlıkla izliyor. bir kızı
    içine şeytan girmiş diye yakıyorlar mesela, halkın bu durumdan kuşkusu yok ama şövalye öyle düşünmüyor; yakılacak kızın gözlerinde şeytanı değil sadece korkuyu görüyor. bir grup yobaz birbirlerini kırbaçlayıp, insanlığın suçlarının kefaretini ödemeye çalışıyor. ingmar bergman burada kamerasını bir o yobaz grubu gözyaşlarıyla izleyen halkı, bir de antonius block ve silahtarı jöns'ü çekiyor. aradaki zıtlığı sadece kameranın yön değiştirdiğinde gösterdiği yüzlerden farkediyoruz. biri kurtulacağının inancıyla ağlıyor, biri ise yapılanların saçmalığına inanamıyormuşçasına şaşkın gözlerle olanları seyrediyor. bu zıt düşünce ve zihinler o çağı yansıtmak için konulmuyor oraya; insanlığı yansıtmak için konuluyor...

    filmin bir yerinde günah çıkartan antonius block şöyle diyor:
    "insanın duyularıyla tanrıyı kavraması o kadar imkansız mı? o neden yarım vaatlerin ve görülmeyen mücizelerin ardına saklansın ki? kendimize inancımız yoksa başkasına nasıl inanç duyabiliriz? benim gibi inanmak isteyen ama yapamayanlara ne olacak? ya inanmayan inanamayanlar? içimdeki tanrıyı neden öldüremiyorum? o nu kalbimden atmak istememe rağmen neden alçaltıcı ve acı verici şekilde içimde yaşamaya devam ediyor? neden her şeye rağmen bu gerçeklikten kurtulamıyorum?..."

    görüldüğü üzere antonius inanmak isteyen ama inanamayan bir insan. somutluk istiyor, bilgi istiyor. inanca olan ihtiyacı sonucunda yüreğinde bir şeyler beslerken bir yandan da aklı onu engelliyor. bu monoloğun biraz daha ilerisinde antonius ölüm* ile şöyle bir diyaloğa giriyor:
    - tanrının kendini göstermesini, benimle konuşmasını istiyorum.. karanlıkta ona sesleniyorum ama sanki hiç kimse yok.
    + belki de kimse yoktur.
    - o halde yaşam korkunç bir şey. her şeyin bir hiç olduğunu bilen biri ölüm karşısında yaşayamaz.
    + çoğu insan ne ölümü ne de yaşamın hiçliğini düşünür.
    - ama bir gün hayatın sonlarında karanlıkla yüzleşmeleri gerekecek
    + o gün...
    - korkumuzdan bir imge yaratır ve sonra o imgeye tanrı adını veririz...

    antonius hiçlik karşısında acı çekmektedir, sonsuz bir karanlık düşüncesi onu korkutmaktadır. bu sebeplerden tanrıyı görmek ve onunla konuşmak ister...

    ingmar bergman, antonius block ile "ölüm"'e satranç oynattırır. filmin başında kendisini almaya gelen ölüm'e antonius satranç oynamayı teklif eder; oyun süresince yaşamını alamayacaktır ve eğer antonius oyunu kazanırsa peşini bırakacaktır. bu aslında basit ama basit olduğu kadar da güzel bir alegori örneğidir. ölüm ile satranç oynamak.. antonius çok zeki bir adam ve iyi bir satranç oyuncusu olmasına rağmen kazanamayacaktır; istediğiniz hamleyi yapın, istediğiniz stratejiyi yürütün ama ölüm karşısında galip gelemezsiniz.

    filmdeki sahnelerden birinde tiyatrocu aile ile antonius block, jöns ve jöns'ün kız arkadaşı çimlere oturup çilek yiyip, taze süt içerler. siyah beyaz bir filmde bu kadar canlı ve bu kadar renk dolu bir sahne çekilebilir mi bilmiyorum. bu sahne bergman'ın estetiğinin üstün özellikleriyle donatılmış olsa gerek ki anlayamadığımız bir biçimde bizi sürükler. buna benzer çok fazla sahne vardır. bazıları acı ve gerçekleri yüzünüze vuracak cinsten, bazıları mutluluk ve huzur dolu, bazıları ise ince alaydan ibaret sadece...

    bu filmi izledikten sonra ingmar bergman'ın sinemasını anlayabilmek için daha çok düşünüyorsunuz...
    6 ...