bugün

kamyonu devirmek

Ergenlik çağlarında öğrendiğimiz bu manidar deyimin, anlamını daha bilmediğimiz yaşlara gidelim..

Ne kadar vahim bir hal alıyor değilmi.. Sahip olduğunuz şeyin sadece plastik bir araba olduğunu düşündüğünüzde, koca kamyon'un devrilmesi veya kaza yapması ne kadar korkunç..

işte tam da geçtiğimiz günlerde keşke çocuk olsaydım da, bu kadar vahim olsaydı bu olay dedim kendi kendime..

"gerçekten kamyonum olaydı da devrileydi" der mi insan? der lan! tabi ki der! neden demesin..

hülasa, sevgilim'in lise arkadaşlarından birisi ile buluşup "bi şeyler içer iki laflarız kız" modunda oldukları bir gündü. güneşli, kıpır kıpır bir pazar günü.. o güneşli havanın ve limonatanın zehir olacağını bilsem, hiç dolmabahçe çay bahçesine gider miydim!

telefon geldi;

-alo
-hayatım seni liseden bir arkadaşımla tanıştırıcam. sözleştik bu gün, sen de dahil olursun işin olmazsa..?
-heee lise arkadaşııı.. hımm.. humm..
-hadi çıkıyorum ben, saat 2 gibi orda olmam lazım
-nerde?
-Dolmabahçe.............

Duş aldım; tertemiz giysilerimi, bayramda annemin aldığı ayakkabılarımı, en sevdiğim tişörtümü giydim, evden çıktım efendim.

hani pasaklı gitmiyeyim sonuçta lise arkadaşı bu boru değil " nerden buldun bu malı" demesin kız..

Yolda yılın ilk dondurmasını yemek fikri aklıma düştü. Orta boy bir marketten max aldım (çilekli) dilleye dilleye metrobüse doğru ilerledim. çikolata kaplaması ile birlikte blok halinde göbeğime ve baldırıma doğru düşen dondurma, muhteşem kostümlerimi ve bayramlık sipor pabuçlarımı berbat etti.. Derhal sümüklü bir çocuk bulup selpak almalıydım ki; eşşek sıpaları, ne zaman ihtiyaç olsa ortalıkta görünmezler..

ceplerimi aradım... kot pantolonumun arka cebinden, pantalonla birlikte yıkanıp, kireç taşı kıvamı almış, sümüklü bir peçete buldum. onunla bir güzel sildim efendim üstümü başımı.. fakat tabloya ilerden bakmak herşeyi değiştiriyormuş. keşke silmeseydim dedirtiyormuş. resmen çilekli max'ı üzerime iyice yaymakla kalmayıp, çürümüş, topaklanmış peçetenin de binlerce hav'ı ve parçalarını bütün elbiseye asimetrik olarak dağıtmışım.

psikolojim bozuldu.. Birkaç kez hoplayıp, stres attıktan sonra, "ne insanlar gördüm üzerinde elbisesi yok, ne elbiseler gördüm, içinde insan yok" vecizesinden yola çıkarak, "nolcak lan.. beğenmezse beğenmesin.. lise arkadaşı hem.. bi daha anca on yıl sonra görüşürler amk" dedim, atladım metrobüse.. ( kuzenimin öğrenci akbilini arakladım bu arada, gayet ekonomik seyehat ediyorum)

mecidiyeköyden sallanıp gidinceye kadar (afedersin) kıçımdan ter akmış.. nasıl terlemişim.. hayvan gibi kokmaya başladım.. Çöp kenarından geçiyorum, kedi bile bi garip bakıyor efendim. Estaizübillah, hayvan dile gelecek, " ben bile kendimi yalıyorum p..evenk, çöp e gireyim daha iyi.. git bi yıkan" diyecek oldu..

Kızların yanına yaklaştığımda ikiside beni görmediler. koltuk altımı kokladım, leş olmuşum.. (deodorant falan da sıktım halbuki.. bu kadar kokmazdım lan ben) acele "u" dönüşü yapmak suretiyle bir kenarda oturup, koltuk altımı ve apış aramı yellendirme kararı aldım.. böyle gidemezdim.. gittim efendim, gölgelik bir yere oturdum.. etraftaki aielcek gezintiye çıkmış insanlara, sevgililere çaktırmadan kıçımı başımı yelliyor, bir yandan da üzerimdeki minik peçete parçalarını toparlıyorum ki, bir anda koltuk altlarımdan ufak ufak beliren, o gothic yazı fontu kıvamındaki, ter izlerini farkettim.. evet! kurudukça, tişörtümde ve pantalonun arka kısmında tuz birikintileri başgösteriyordu..

bir an için ağladım ağlıycam kıvama geldim.. o eski (bilenler bilir) dush dash şampuan reklamında yağmur altında koşan, sutyensiz hatun geldi aklıma.. ne olduki ona dedim.. (endişhe edince hep böyle olur) onun gibi ıslanmak ve bu lanet ötesi beyaz çizgilerden kurtulmak istedim.. bir ara denize atlamak veya fıskiye altına girmek bile aklıma geldi..

hülasa zebra gibi çizgilerle kızların yanına gittim.. Merhaba dedim.. ikisi de ayağa kalkmadan merhaba diyerek, şoke olmuş bir şekilde beni süzdüler. o an ölmek istedim kardeşim.. öleydim, görmiyeydim...

kız arkadaşım, kallavi bir biçimde tişört ve pantolonumdaki sıvaşmış beyaz dondurma izini ve leş gibi kokma sebebimi sordu.. bu sırada lise arkadaşı, telefonla konuşuyordu.. çok utanmış muhtemelen.. kızgınlıktan ziyade, üzgün gibiydi.. ona durumu çok önemli ve vahim bir olaymış gibi, " sorma hiç! sonra anlatırım.. başıma gelmeyen kalmadı" falan diyerek, haklı bir biçimde geçiştirme yoluna gittim..

Ardından, ilk tanışma soğuklukları üzerimizden atıldıktan sonra, hoş bir sohbet başladı.. kahve falına bakmışlar, yolculuk çıkmış.. yurt dışıymış.. bol bol para varmış falan..

lise arkadaşı, acayip fal bakabildiği gibi, çok iyi derecede rüya tabiri de yapabiliyormuş. bir ara konu açıldı, benim bir rüyamı tabir etmek istediğini falan söyledi..

-en ilginç rüyanı anlat bana.. ama son günlerde gördüğün bişey olsun..
-valla böle diyince insanın aklına da bişey gelmiyo hani..
-düşün işte.. en ilginç veya en korkunç olanı..
-hımmm..

işte tam o sırada, çocukluğumda gördüğüm en korkunç rüya aklıma geldi;

Bir kamyonu kullanıyorum, ama devasa bir kamyon.. çocuk aklı işte.. nasıl kullanıldığını bile bilmediğim bir aleti, yanı kontrollü bir şekilde, bozuk ve uçurumlarla çevrili bir yolda bir yerden bir yere götürüyorum.. her taraf şarampol.. durdurmak istiyorum durmuyor.. sanki pedalları falan yok.. sadece ortalama bir hızla gidiyor, ben de direksiyonu kontrol ediyorum.. bir virajı alamadım ve uçuruma düşmemek için, dağın eteğinden kopmuş, yol kenarına yuvarlanmış bir kayaya çarptım.. kamyon bir anda ağır çekimle devrilmeye başladı.. tam devrildi ki uyanmışım..

fakat bu rüyayı o heyecanla böyle baştan sona ayrıntılı anlatmak aklımın ucundan bile geçmedi.. kızın yüzüne bakıp; kostümlerimdeki izler ve kesif kokular içersinde, büyük bir ciddiyetle, ağzımdan şu kelimeler döküldü..

-Bi gün rüyamda kamyonu devirdim..

Geri kalan 15 dk. asıl amacımı ve rüyanın tümünü anlatmaya çalışmakla geçti.. limonatamın yarısını içemeden kalktık.. eve gidip ağlamayı planladım sonra..

Sevgilimle 3 gündür görüşmüyoruz..

Acı..
Buruk..
Terli..