Bir dem gelir, birisi sizi odasına çeker, açar kırmızı kapaklı, saman kağıtlı bir divan ki her sayfası aşk dolu, ilham dolu, hüzün dolu, cezbe dolu, keşf dolu, idrak dolu, tefekkür dolu, daha neler neler dolu bir ummana daldırır. daha küçüksünüzdür de aklınızdan "bu da neyin nesi böyle dersiniz!" kelimeler o kadar yabancıdır ki size, sizden olmasına rağmen.iki kişisinizdir güya ama var olan tek kişi "şair" olmuşluğunun verdiği bir güçle tarihe meydan okuyan ve hala var olan, elinizdeki "şiirin" sahibidir. malumunuz, o niyazi mısri'dir. her gönlün tatması gerekenleri dile getirir. iman, ihsanla tamam olurmuş ya nfk da "şair odur ki renk, çizgi, ses, ahenk, hacim, pırıltı, ışık, buud, hareket, eda, mana, her tecelliyi şiir, şiiri de allah için bilir. " der ya işte tam o misal bir insan-ı kamildir o, deryadır o.
yok yok insan-ı kamilliğini ben değil kendi anlatsın.
hak ilmine bu alem bir nüsha imiş ancak
ol nüshada bu adem bir nokta imiş ancak
ol noktanun içinde gizli nice bin derya
bu alem bu deryadan bir katre imiş ancak
adem demini her kim bulduysa odur adem
yohsa görinen suret bir gölge imiş ancak
bu zevke yiler herkes bulmaz veli her na-kes
iren ana anda bir fırka imiş ancak
kim ol deme buldı yol vasl oldı niyazi ol
naci dinilen fırka bu zümre imiş ancak
mef'ulu mefa'ilun mef'ulu mefa'ilun
ademde olan esrar bu demde imiş ancak
şükür ki tanıştırılmışız kendisiyle ve hala tanımaktayız şu anki "dünyaya" inat.