"Siz!
Evet siz!
Hiç kavrayabilir misiniz;
Niçin bunca alaya ve küfür sağanağı altında dingin
Bir tabağa koyup da ruhumu
Gelecek yüzyılların şölenine sunduğumu?
Büyük meydanların sakalı uzamış çehresinden
Hiç bir işe yaramaz bir göz yaşı halinde akıp giden
Ben belki de
Son şairim
Ve bilmenizi isterim...
Nasıl
Salınır da salınır çakıllı yollarda
Ve teli üzerinde dalların.
Yüzü sıkıntıyla boydan boya yarılmış
Ve hep kaçan, hep kaçan ırmakların bol köpüklü enselerinde, nasıl
Demirden ellerini kemirtir köprülere.
Ve gökyüzü, nasıl
Gürüldeyen gürültülerle
Döker o sonsuz gözyaşlarını
Ve küçük buluttaki kocaman ağzın kıvrımında, nasıl
Ufacık alaycı bir gülümseyiş belirir:
Cici bir bebek beklerken,
Tanrı'nın
Karnından biçimsiz sakat bir oğlanı
çıkarıp fırlattığı bir kadın gibidir.
Kızıl saçlar arasında tıknaz bodur parmaklar.
Arılara özgü bir süreklilikle okşadı sizi hep güneş.
Ruhunuz var mı sizin?
Ruhunuz da öpücük yağmuru altında bir esir,
Bakın işte başını almış gitmektedir.
işte ben,
Sıyrılıp her türlü dehşetten,
Gün ışığının nefretini çağdan çağa taşıyan ben,
Demirden kirişler halinde gerilmiş ruhumla ben,
imparatoru lambaların!
Gelin!
Hepiniz için yerim var!
Sessizliği paramparça eden kim?
Benim!.
Ve benim güneşin boğucu kentlerinde başkaldırıp haykıran.
Şimdi de sözcüklerle;
Hani o basit,
Hani o öküz böğürmelerini andıran
sözcüklerle ben!
Yeni ruhlarımızı ortaya sereceğim.
Arı vızıltılarıyla ruhlarımızın yaylarını titreten, ruhlarımızı.
Parmaklarımla söyle bir dokunacağım başlarınıza o kadar,
Ve dudaklar bitecek dokunduğum her yerden,
En büyük öpüşlere uygun dudaklar.
Ve bir dil fışkıracak,
Tüm halklara geçerli bir dil.
Yürekten,
Aksak ruhumla
Ağır ağır
Tahtıma ilerleyeceğim.
Elden düşme göklerden yontulmuş yıldız deliklerle süslü tahtıma.
Kurulup yerleşeceğim,
Pırıl pırıl.
Üzerimde tek ziynet tembellik olacak
Ve sahici gübreden en yumuşak minderler kıçımın altında,
Kurulup yerleşeceğim.
Ve rayların dizlerini okşamaktan usanmış lokomotif tekerleri,
Gelip, sevgiyle, boynumu okşayacak..."