Herif 12 yıldır yani 25 yaşından beri falan her sene güzel kızlarla rol gereği yiyişiyor. Hande doğandemir, hande reçel, hafıza sancaktutar en son de lizge cömerte yumuldu. Bunlar benim bildiklerim araştırsan daha kimleri yalayıp yutmuştur. Bu nası bi torpil lan amerika mı var arkasında? Herif sıfır yetenek ve bence tiple gençliğini güzel kızlarla öpüşüp üstüne para kazanarak geçirdi artık ölse de gam yemez. Bunun için kaslı olmak yetiyorsa ben de yapardım. Türkçeyi bile düzgün konuşamıyor kaç senedir. Dizileri de bu kızla yiyişmekten bıkana kadar sürüyor fazla sürmüyor ona rağmen rol bulabiliyor. Hep de aynı rolde bi kere de dilenciyi oyna lan.
Hayatları boyunca tek bir düşünceye sahip olan ve bu düşünceyle asla çelişkiye düşmeyen birçok insan var. Ben onlardan biri değilim; hayattan öğreniyorum, yaşadığım sürece öğreniyorum, bugün bile öğreniyorum. Bir yıl ya da birkaç yıl sonra, eğer hayatta olursam, bugün savunduğum fikri, eskimiş bir bakış açısı olarak görebilir ve kendime şu soruyu sorabilirim: Daha önce nasıl böyle bir görüşe sahip olabildim.
şu aşağıdaki mektuplaşmanın, vatan şairi namıyla maruf namık kemal gibi edebiyata, dile, türkçeye önem vermiş birinin ailesine ait olduğuna inanmak hayli zor.
sana bir gün lozan’ın en iyi dondurma dükkanından yazayım oku, reklamını. burada çokolete namına pasta namına ne varsa enfes hem ucuz. bir gato on para bile değil, 1,5 para. süt enfes… krem şatilini kafe ve benuvalar… artık ağzının suları akar. gelecek sene inşallah anamla gelip beni alırsınız. size lozan’ı gezdiririm ki, sen de anam da şaşa kalırsınız. çünkü bizlere her şey açık. etudient kollejiyen dedin mi ahali çıldırıyor. sana yakında başta bere sırtta üniformalı bir resim gönderirim. üniforma lacivert croise üç düğmeli uzunca alamod bir l harfi başta bleu bir bere yana doğru dilini çıkartmış gibi sarkık…
baba ali ekrem bolayır da bam bam girişmiş şımarık oğluna:
aklını başına topla cezmi, çalışmazsan, adam olmazsan hem kendini hem de bizi mahvedersin. babanın sana emirleri şunlardır: evvela isak edepsizinin namussuz oğlu niko ile hiç görüşmeyeceksin. bu alçak niko’ya bir kere selam verdiğini haber alırsam, vallah sana pek fena muamele ederim! saniyen her ay tam numara almaya son derece gayret edeceksin. derslerinden numaran kırılırsa o kadar müteessir olmam, yani teesssürüm ahlak ve terbiye bahisleri kadar şedit olamaz. fakat ahlaktan terbiyeden numaran kırılırsa ben de bundan sonra yapacağımı bilirim. her ay numaralarını bana göndereceklerdir. salisen ayda bir kere mektebinden çıktığın zaman hiçbir yere uğramayacaksın, kimse ile görüşmeyeceksin anlıyor musun? ümit ediyorum ki, emirlerimi harfiyen tutarsan gene adamlık yoluna gelirsin. hem bu ümidim pek çoktur. eski hallerini bırakmaya başladığını her taraftan yazıyorlar. inşallah insancasına çalışırsın, kemal’e layık evlat olursun.
bu mektuplaşmalardan bi on yıl kadar sonra 1917'de şakağına dayadığı revolverle intihar eder cezmi.
Şu tipler yönetiyor. ASELSAN demek bilkent ve ODTÜ demektir. Taşra okulundan aldığın diplomayla nasıl ODTÜlülere Genel Müdürlük yapıyorsun? Hangi vasfınla ASELSANa girdin? Ve girdikten iki yıl sonra Genel Müdür oldun? Senin Genel Müdür olduğun yerde ne teknoloji üretilir?
bireyleri severim. insan gruplarından nefret ederim. ortak amacı olan bir grup insandan nefret ederim. çünkü çok geçmeden küçük şapkaları olur. bilirsiniz, ve kol bandı ve dövüş şarkıları. ve sabah 3'te ziyaret edecekleri insanların listesi. bu yüzden insan gruplarını sevmem ve onlardan nefret ederim ama bireyleri severim.
din - en derin inanç sorgulama ve şüpheyle bağlantılıdır. bir tanrı varsa yeryüzündeki işimiz onun bütün yıkıcı işlerini telafi etmektir. din bize anlam olduğunu, amaç olduğunu, tasarım olduğunu söylemeye çalışır, ama yoktur. hepsi kaos, rastgele ve şans. din hepimizde olan temel bir dürtüyü, manevi bir özlemi, -herkes kendisinin evrenidir- bir şekilde evrenle birleşme özlemini alır. din işte bunu sömürür. evrenden ayrılmamızdan gelen yeterince acı var. sonra bütün bu ek acıyı birbirimize veriyoruz.
her günü azar azar bitirmen gerekiyor. ve duygulardan mantığa geçiyorsun. duygu ve düşünme arasında ileri geri sıçrıyorsun. ve dibe vurduğun zamanlar ve iyi gibi olduğun zamanlar oluyor. geri çekildim ve şimdi dışarıda yaşıyorum. sonunda kendimi ayırmaya karar verdim, bütün bunlara absürt, trajik bir komedi olarak bakacağım ve doğru gelen, bütün bunlara nasıl tepki verdiğimi ve beni nasıl hissettirdiklerini ifade eden herhangi bir şeyi söylememe izin veren bir bakış açım var. bir anlamda insan ırkından vazgeçtim ve sonuca aldırmadığıma karar verdim. insanlarla bu deneyin işleyip işlemediğinde duygusal bir payım yok. gerçekten aldırmıyorum. insanları tek tek tanıdığımda seviyorum. insanlar birey olarak harika. dikkatli bakarsanız gözlerinde tüm evreni görüyorsunuz. ama gruplaşmaya, toplaşmaya başladıkları anda , beş ya da on kişi, hatta iki kişi kadar küçük gruplar olduklarında değişmeye başlıyorlar, grup uğruna bireyin güzelliğini feda ediyorlar. artık her şeyin grupların kontrolünde olduğuna karar verdim, iş, din, politik insanlar ya da başka bir şey olsun, ve iyi bir sonuç istemekten kendimi uzaklaştırdım. bırak ne yapacaksa yapsın, ben de eğlence olarak keyif alayım.
açıkça kendisinin ari ırktan olduğunu söyleyen ahmet hamdi tanpınar'ın siyahlara, çinlilere, japonlara, yahudilere yönelik ırkçı nefret söylemi içeren ve beyazlar dışında kalanlara küfredecek kadar düşmanca düşüncelerini özetleyen bu ifade, kendisinin mayıs 1953'te paris'ten adalet cimcoz ve mehmet ali cimcoz’a yazdığı mektupta şu şekilde geçiyor
“… sonra etrafımda bir yığın çinli, japon zevat. meğer ben ne kadar beyaz ırk taraftarıymışım. zerre kadar bir şey anlamıyorum avrupalı olmayandan, bana antropolojik tuhafiye eşyası gibi geliyor.”
şunlar da yine aynı mektuptan:
“…ingiliz santimantalitesinin bir tarafını bu imparatorluk kaygısı demeyeceğim, gururu yapıyor. ona güveniyor, seviyor. meşin gibi zencileri o yüzden kucaklıyor.”
“léopold lévy londra’daki sergisinden döndü. müdhiş kritikler almış. çok sevindim. namuslu, haysiyetli ressam. bilirsin ki yahudi sevmem. yahut mösyö moris’ten ve karısından başkasına tahammül etmem. fakat léopold lévy’yi seviyorum. baba adam. burada türk talebesine, türk ressamlarına nasıl dost, tasavvur edemezsin.”
“atillâ beni burada bir zenci romancı ile – baldwin bilmem neyin baldwin’i – tanıştırdı. bir romanını almış, henüz okuyamamıştım. benim tuhaf huylarımı bilirsiniz: öyle zenci, çinli filândan pek hoşlanmam. bana hilkatın acaiplikleri gibi gelir. ben âri ırkdanım. buna rağmen oğlan müdhiş sevimli. ecinni gibi bir şey. gayet tatlı el işaretleri var. bu işaretler ve güzel gözleriyle yamyam dişlerini unutturuyor.”
şu ise sabahattin eyuboğlu’na paris’ten yazdığı nisan 1953 tarihli mektuptan:
“quartier latin’den bir şey anlamadım. ucuz (ama kelimesi bu değil) daha doğrusu fazla edebiyatı yapılmış bir âlem. müdhiş zenci modası var. bu pezevenkleri biz harem ağası ederdik. avrupa fahrî damat yapmış. paris’te muaşaka için ya ingiliz ve amerikan bankalarından birine dayanmak, yahut kendisini zencileştirmek lâzım. mastarı bendeniz icat ettim. herifler, şehvetli ceylan bakışlarıyla beni kızdırıyorlar, bazen de çok hoşuma gidiyor.”
ilkçağ'dan itibaren son 40.000 senede ''bu nasıl bir inanç, bu nasıl bir ritüel, bu nasıl bir anlayış, bu nasıl bir devlet, bu ne saçmalık'' diyen milyonlarca değerli insan öldürüldü, hiç birisinin soyu devam etmedi.
7 yıllık iş hayatı sonrasında 7 aylık işsizlik dönemi neticesinde başıma gelmiştir. Bu dönemde güzel bir sevgili edinemediğim için nereye saracağımı şaşırdım.
“bizim kıyafetimiz millî midir? (hayır sesleri) bizim kıyafetimiz medeni ve milletlerarası mıdır? (hayır, hayır sesleri)…
turan kıyafetini araştırıp diriltmeye yer yoktur. medeni ve milletlerarası kıyafet bizim için çok özlü, milletimiz için yakışır bir kıyafettir. onu giyeceğiz. ayakta kundura veya potin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve başta güneş siperli başlık… bu başlığın adına şapka denir. redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi… işte şapkamız! yunan başlığı olan fesi giymek uygun olur da şapkayı giymek neden olmaz?”
(kaynak: söylev ve demeçler ii, s.207; nutuk ii, s.605; ayrıca atatürk'ün bütün eserleri c.17, s.285'te geçmektedir.)
Yazdan sonra Üşümek koyyor. Hala tişört giymeye devam etmek istemek ama giyememek. sort tshirt rahatligindan nasil vazgecicem ceket mont giymek istemiyorum.