teoreme dökebilecek kadar genelgeçer bir mesele midir nokta sayısı-anlam ilişkisi bilinmez, ancak gene de bir şey çağrıştırdığı vaki, en azından benim için.
örneğin:
flört ihtimali olan iki kişi uzun saatler yazıştıktan sonra vedalaşacaklardır.
x: ben kaçtım o zaman, sabah 5 buçukta uyanıcam. iyi geceler:)
y: iyi geceler
(doğduğumuzdan beri uyuyoruz. uyku yani. ihtiyaç.)
* * * * *
x: ben kaçtım o zaman, sabah 5 buçukta uyanıcam. iyi geceler:)
y: iyi geceler.
(iyi, kaç bakalım, iyi geceler sana da)
* * * * *
x: ben kaçtım o zaman, sabah 5 buçukta uyanıcam. iyi geceler:)
y: iyi geceler..
(daha iyi olabilirdi)
* * * * *
x: ben kaçtım o zaman, sabah 5 buçukta uyanıcam. iyi geceler:)
y: iyi geceler...
(bir ara sarılıp uyuyalım)
* * * * * * * * * *
ya da bazen iyi geceler sadece iyi geceler demek olabilir. ama olmayabilir de.
ankara, yenimahalle postanesinin bitişiğindeki park.
şimdilerde yenilenmiş; ama eskiden, en azından 2005'e kadar filan devasa bir kaydırak vardı burada. yaz aylarında kaysan bacaklar kebap olurdu, öyle ısınırdı kaydırağın yüzeyi.
anadan atadan eve girişte ayakkabıların çıkarıldığı bir ortamdan serpilip gelişmiş kişiyi afallatabilir. misal, "cips yerken yere bir parça doritos düştü, e ama cipsin düştüğü zemine biraz evvel ayakkabıyla basıldı, o cips yerden alıp yenmeyecek mi" gibi deli sorulara mahal verir.
orta direk türk gencinin hayatındaki önemli ilklerden biridir...
ankara/yenimahalle'deki çarşı caddesi'nde bulunur bu baharatçı. hani isim olarak da bir derman eczanesi, huzur apartmanı, cengiz topel caddesi kadar jenerikleşmiştir. çocukluğuma o kadar sirayet etmiştir ki ne zaman karabiber, kimyon kokusu alsam bu dükkana gider aklım. geçen sene eski mahallemi, eski arkadaşlarımın evlerinin bulunduğu sokakları, on saniyede bir araba geçmesine rağmen mahalle maçı yapmaktan vazgeçemediğimiz dört yolu tekrar dolaştım ve tekrar geçtim mis baharat'ın önünden. gene kimyon kokuları saçılıyordu caddeye.
eskiden evimiz müstakildi. mis gibiydi sere serpe. ne karışan var, ne müziğin sesini çok açtın davası var, bahçedeki armut-ayva-dut ağaçları da cabası. işte o zamanlar, annemgiller her sene halı yıkardı. imece usulü tabi bu işler. sabah esin hanım'ın yolluklar yıkanıyor, öğlene doğru ülker hanım'ın paspaslar aradan çıkıyor, sonra bizimkiler filan. benim için tam anlamıyla eğlenceydi bu halı yıkama olayı. bi defa cehennem gibi sıcakta suyun içindesin sürekli. bu hayal meyal hatırladığım halı yıkama partilerinin zihnimde çağrıştırdığı görüntülerin başında ise kırmızı soğan çuvalı gelir. (soğanın rengi değil mevzu, beyaz soğan olur, kırmızı soğan olur, yeşil soğan olur; yanlış anlama olmasın :/) tüm kış yemeklerde, salatalarda, menemenlerde kullanılıp tüketilen soğanların boş çuvalı kadar etkili bir kir-pasak sökücü görmedim şimdiye dek. içine yarım kalıp hacı şakir sıkıştır, sürt allah sürt. halıdan simsiyah bir su akar. bu işlemi yineledikçe halıdan çıkan suyun rengi gittikçe açılır. ya da banyo yaparken al eline bu kırmızı çuvalı, içine biraz şampuan dök, vücudunu ovala, yemin ederim yarım kilo hafiflemiş çıkarsın o banyodan.
"hem gelmeni istedim hem bekletmeni
sen mi daha güzelsin, beklemek mi seni?"
kişiler arasındaki bir diyalogda olgunlaşmayı, yoğunlaşmayı, derinleşmeyi, tefekkürü, hazmı adeta refleks derecesinde bir anındalığa, öyle ki iletinin karşıdakine ulaşma süresi iki katına çıksa (misal, 1 saniye değil de 2 saniye) insanı delirtecek kadar aptalca bir hıza, doyumsuzluğa, sabırsızlığa karşı kaybetmenin diğer adı. muhatabın ifadeleri üzerine yeterince düşünüp manalı bir karşılık vermeye fırsat vermez bu anındalık. daldan dala atlanabilir, bahsedilen konular tüketilemez, kuşatılamaz; bir tür araftır fikrimce böylesi bir ileti(şi)m biçimi. ele aldığımız meseleleri tüketemeyip kuşatamayışımız, naylon mesailerimiz, paketin içindeki gıdanın tadını duyumsayacak kadar vaktimizin olmaması ve paketin rengine aldanıp sepete atışımız sanırım özellikle günümüzde en çok sanat eserlerine sirayet etmiş halde. 20-30-40-50 yıl önceki eserlerdeki yoğunluk ve samimiyet ile günümüzü kıyaslayınca bir parça da olsa fikir sahibi olabiliriz sanırım.
bahsettiğim aylarca mektup beklemek değil. o arabesk sevdalar da herkese göre değil elbet, farkındayım. ancak bu anındalığın derhal doyurulmaması anlamsız yoksunluklara neden olabiliyor. bu da ilişkileri farkında olmaksızın hastalıklı hale getirebilir.
"bazı şeyler çok kolay elde edilir hale geldi. kolay elde edilen şeylerin kıymeti olmaz. bundan sonra kolay kolay ne bizim gibi yazanlar gelir ne de öyle okuyanlar (gürses) çünkü o zamanın, o ortamın içinde yoğrulmuş insanlardık biz. bugün bilgisayarla, internetle yoğrulan insanın duygusundan bir şey bekleyemezsin." (ali tekintüre)
ankara-yenimahalle 5. durak bu cadde üzerinde bulunur. piyasadır. çankayalılar, ümitköylüler için filan bu piyasa lafı pek bir şey ifade etmeyebilir; ancak yenimahalle'nin merkezinde yaşayanlar bilir bunun ne demek olduğunu. ankara'nın merkezi ve en güzel yeri burasıdır bana göre. vardar'dan dondurma alıp adile teyze parkı'nda devasa kaydırağa binenler ulaşsın bana.
esnafla ve tanınmayan kişilerle 'yüz göz' olmak istemeyen bünyelerin kanındaki kaynamalar ve tenindeki kıpırdanmalar nedeniyle selamlaşmalarında artış olması hadisesi.
imaj çağında yaşıyoruz. bir gölgeliğe oturup söyleşmektense 15x15 piksel çözünürlükte bir profil fotoğrafından bir insanın üzerini hemencecik çizebiliyoruz. iletişim imkanları arttıkça daha çok arkadaşımız olduğunu sanırken aslında sadece bize sunulan ummanda damla ile insanları tanıyabildiğimizi sanıyoruz. medya yağmuru altındayken nedenini adamakıllı düşünmediğimiz davranış kalıpları geliştirebiliyoruz. kendimden bir örnek, kendi sosyo-ekonomik ahvalimin izdüşümüne denk gelen "kinetix" markasını kullanan kişilerle gezerken huzursuz olurdum. kinetix ayakkabı giyen kişilerle gezmek istemezdim. kekremsi, bulgursu bir tat alırdım öyle kişilerle muhatap olmaktan. bense yemez içmez, gene de adidas'tan başka bir marka giymezdim. kinetix'ten, esemspor'dan kurtulmalıydım. çünkü imajın her şey olduğuna ikna olmuştum. çünkü ilk bakışta ben de insanlar hakkında peşin hüküm verebiliyordum rahatlıkla. sonra bu zihniyeti bir kenara bıraktım, dersem tam olarak doğruyu söylememiş olurum. sonra saniyelik aydınlanmalar yaşamaya başladım ya da o anları aydınlanma sanıyorum. uyku ile uyanıklık arasındaki o arafta, bazen tüm bu 'moderin' hayatımızın koca bir kurgu olduğunu, iş işten geçmiş sayılabilecek bir vakit sonra tüm bu imaj peşinde kendimizi heba edişimizin yorgunluğunun altında kalacağımızı hissetmeye başladım.
***
neyse zihnimi ve parmaklarımı biraz serbest bıraktım.
***
kısaca bu melodi ile prim yapmaya çalışmak doğal bir davranış sayılabilir sanki. insanları etkilemek, insanların bizim zevklerimizi takdir etmesi ve zevklerimizi takdir eden insanlarla tanışmak, belki sevüşmek gibi şeyler.
2006 yılında ankara/meşrutiyet caddesi'nden ümitköy'e okula giderken böyle bir tip vardı. hemen her gün karşılaşırdık. nokia 6630 model telefonuyla kurtlar vadisi'nde çalan şarkılardan birini açar, belli bir müddet müzik sırada bekleyen liseli gençlere ve gündelikçi kadınlara doğru dalga dalga yayılır, sonra bu abimiz telefon çalıyormuşçasına müziği durdurup hayali bir konuşmaya dalardı.
yanarım yanarım da cd-dvd devri kapanmak üzereyken şu albümü hediye edip birlikte dinleyeceğim bir ceylan bulamamış olmama yanarım. la şu 20'li yaşlar bir daha gelir mi ya.
sanırım kıskançlıkta, birine/bir şeye duyulan bir muhabbetten/ilgiden//sevgiden/aşktan ötürü o şeyi kimselerle paylaşmama, o şeyi kendine kısma, o şeyi diğerlerinden saklama (jaluzi > jealousy) var iken,
hasette; sahip olunmayan, bir şekilde elde edilemeyen, başkalarının sahip olduğu şeylere karşı bir miktar kin ve nefret de içeren ruhsal bir durum söz konusu.
yani birinde kendine saklama, başkalarıyla paylaşamama var iken,
diğerinde başkalarının sahip olduğu olduğu şeyleri çekememe, onların da o şeyden mahrum kalmalarını arzulama ve bu yönde faaliyet yürütme var.