Şuraya hangi duygularla kaç itiraf yazdım, kaçını gözü yaşlı, kaçını gülerek yazdım bilmiyorum. Hepsi uçurduğum hesaplarla beraber silinip gitti.
Şimdi bir başlangıç daha yapayım o halde;
Sözlük sayesinde tanıdığım bir beyi çok seviyorum. Ve umarım her şey yolunda gider de gözünüz de değmezse seneye bu zamanlar ilişkimizin ciddi adımlarına geçmiş bulunacağız.
Evini tertemiz tuttuğum, düzenini sağladığım, her gün en az 3 çeşit yemek yaptığım, çocuğun eğitiminden ve gelişiminden ev içerisinde emek harcadığım için eşim tarafından maaşa bağlanacaksam tamamdır.
bir çok tehlikeli iş yapacak olmamdan kaynaklı (cam silmek gibi) sağlık sigortası da isterim. 8 saat evhanımlığı yaparım. geri kalan saatte bir de kendine hizmet edilsin istiyorsa mesai yazarım. Yıllık izni en az 20 gün isterim. Cumartesi - pazar çalışamam canım.
“Ben işte çalışıyorum sen de evde, hayat müşterek” diyen kocanın da ağzına yapışmaz tava ile vurur, emeğimin kendi emeğinden daha az değersiz olduğunu vurguladığı an boşarım. Yok öyle ücretsiz çalıştırılmak.
Sonra mabadını yayarak çalışan erkekler tarafından “kıdınlır ış hıyıtındın çıksın” zırvalarını duyuyoruz.
Sevgilimdir. Evden çıkamadığım anda rica etmem üzerine almıştır. Getirdiğinde gazeteye sarılmamış ya da siyah poşete konulmamış olduğunu görünce çağ atladığımızı düşünmüştüm. inanabiliyor musunuz? Bir erkeğin gidip marketten aldığı pedin normal bir poşete konulmasıyla devrin değiştiğini düşünüyorum, ne kadar acınası.
Sonra uludağ sözlüğü açıyorum, içindeki habeş maymunları bana yaşadığım coğrafyanın değişemeyeceğini hatırlatıyor.
Tanım: eşine, sevgilisine, kızına, annesine, kız kardeşine ped alan erkektir. Sevgilim bana çocuk verecek diye her ay ağrılar çekerek kanasa değil ped almak ayaklarına tapınırım, gerizekalılar sürüsü sizi.
Dedikoducusu ayrı, yüzüne gülüp arkandan konuşup arkandan yemeye gönüllü olanlar ayrı, evli olup bunu saklayarak bekar hayatı yaşayanlar ayrı, kamerada önüne gelene meme açanlar ayrı…
Bildiklerimi döksem şöyle ortalığa kim toplar benimle? *
Ne zaman çocukluk fotoğraflarıma baksam kendimi o ana iliştirir uzun uzun seyredalarım. Keşkeler dönüp durur zihnimde, keşke o ana gitsem, keşke orda olsam, keşke hiç büyümeseydim… hayatın kiri pası üstüne bulaşmış her insan çocukluk fotoğraflarına baktığında aynı duyguları ve keşkeleri yaşar sanırım.
bugün erkek arkadaşımın ailesiyle çekilmiş fotoğrafına birlikte bakarken “o ana geri dönmek ister miydin?” Diye sordum. Bunu sorduğum herkes içtenlikle evet cevabını vermişti, o hayır dedi. “O anda sen olmayacaksın, geri dönmek istemezdim.” Fotoğrafta daha sağlıklı olan babası, daha genç annesi ve daha mutlu görünen kendisi olmasına rağmen…
Bir annenin yakacak odun bulamayıp soğuktan üşeyen çocuklarının eline saç kurutma makinesini tutuşturup yan odada kendini astığı türkiye’de her detay biraz iç burkar.
Şu programla büyüdüğümü hatırladığımda garip hissediyorum kendimi.
Yeni türkiye’de ütopik sayılabilecek ofansif bir sunucuyla ofansif ilerleyen talk showlardan en sevdiğimdi.