uludağ sözlük isimli internet sözlük oluşumunun biri birinden değerli yazarları arasında yapılacak bir değerlendirme sonucu herkesin apaçık bir şekilde göreceği ve sonuçtan mutmain olacağı bir gerçek olarak, bluevelve nickli yazarın sözlüğün gelmiş geçmiş en iyi yazarı olduğu, gülsuyu döktüğü çeyizini ilmik ilmik işleyen bir genç kız gibi işlediği entrylerinin sözlüğün en değerli entryleri olduğu, toplumun tabularına yer ile yeksan eden cesur çıkışlarıyla perçinlediği başarısının tüm sözlüğün ortak kanaati olarak telafuzudur.
sanırım gençliğin ve eğlencenin sonuna geldiğimi söylüyorsun ve galiba artık birini bulup kapağı atmalıyım.
bir de çocuk yapmak gerek di mi? çocuklar evin eğlencesidir öyle mi? hem annelerde torun kucaklamak ister.
ama önce kapağı birine atmalıyım değil mi? boyu veya geniş omuzları olması önemli değil galiba, iyi ve düzenli bir işi, olmalı ilkin, bir arabası ve bir de dairesi sanırım.
sonra ne yapmamız gerekiyor? ha mutlu taklidi yapıyorduk dimi... arada bir birilerini davet ediyorduk, bazende biz misafirliğe gidiyorduk dimi ama illa ki mutlu taklidi yapıyoruz yanlış anlamadıysam.
halbuki ne güzel başlamıştı her şey, artık lisedeydim, kocaman olmuştum, eve geç gidebilirdim, tüm aşklar, tüm sevmeler benimdi. en çok ben üzülebilirdim, depresyonlarda benimdi ama illaki yakışıklı çocuklar benim.
üniversiteyi saymıyorum bile, sarhoş geceleri, aldatmaları, aldatılmaları...
ama şimdi sen, yani anladığım kadarıyla, toparlan diyorsun, eğlence bitti.
şimdi bir kadın olmalısın, bir anne.
üretim bandında bir dişli, döpiyes giyen bir şirket kölesi.
çocuk yapmalı, excell verileri ve tablolar oluşturmalıyım, bir de yükselmek için sevişmeliyim kel adamlarla.
sevgili olarak adlandırılan ve kalbin en derin en kuytu köşelerini kendine homeoffice yapan ve değilse bile uzun boylu, geniş omuzlu, kirli sakallı ve sımsıcak kavrayıp mutluluk aşıladığı düşünülen, bir bakışıyla sizi darmadağın edebilecek, bir öpüşüyle yüreğinizi ateşe verebilecek kudret sahibi kişinin, gerek pantolon paçalarının biraz kıvrışık olması, gerek cuma saati telefonun kapalı olması hasebiyle, tüm inanmama çabalarına rağmen derinlerinizde oluşan sanki sevgilinin namaz kıldığı hissiyatıdır.
barış ve demokrasi partisi'nin kısaltması olan bdp'nin, bbp ismine benzerliği hasebiyle isim değişikliği kararı alması ve biz iyi kalpli sözlük yazarlarının zor durumda olanlara yardım eli uzatmayı şiar edinmemizden ötürü bu süreçte parti yetkililerine yardımcı olmak ve bu sürece katkıda bulunmak namına önereceğimiz isim ve kıslatmalardır.
başını türban adı verilen ve çeşitli renk, ebat ve desenlere haiz kumaşlarla kapatan ve iş bu tutumuyla salt başını değil, bilime, aydınlığa, modernizme, çağdaşlığa da kapılarını kapatan ve çağdaş bir türk kadınından çok, medeniyetten ari petrol zengini ülkesinden tatil için türkiye'ye gelmiş bir arap turisti çağrıştıran bir kadınla, aynı bankada, aynı işlem için sırada bulunmak durumudur ki, kimi zaman salt sizden önce geldiği için işlemlerinin sizden önce gerçekleştirilenlerine de şahit olunmuştur.
ah dostlarım biz çağdaş insanların ramazanda uğradığı baskı ve zulümler çekilir gibi değil.
ah ağva!
aşkın, romantizmin ve seksin beldesi...
en ateşli gecelerin, en coşkulu sabahların yurdu...
yok yahu bu biraz abartılı oldu sanırım, her neyse işte trt ağzıyla konuşursak güzel istanbul'umuzun şirincik beldesi, günü birlik tatillerin ve küçük kaçamakların adresi. hah işte bu daha iyi bir tanım oldu sanırım. işte efendim, sabah kaan aramıştı ve "aşkım bir ağva yapalım mı, hem gizli dincilerde ramazan olduğu için gelmemişlerdir, çok kalabalık değildir ha, gece de orada kalırız" demişti.
yarım saat sonra git gide muhafazakarlaşan, git gide gerici bir akımın etkisine giren güzel ülkemde başımıza geleceklerden bihaber yola çıkmıştık.
hava çok sıcaktı, biz çelik'in biri birinden çağdaş ve sadece başı açık çağdaş kızların ve atatürkçü gençlerin dinlemesine olur verdiği parçalar eşliğinde yolculuk yapıyor, yol boyu her halinden oruç tuttuğu anlaşılan gerici insanlara bakıp ülkemizin geleceği hususunda kaygılanıyorduk. çağdaş müzik dinlemek bizi deli gibi susatmıştı ki god'tan yol kenarında büfe/bakkal karışımı ve kapısının önünde bir file içinde onlarca plastik top bulunan bir ticari işletme bulmuştuk.
arabadan inmiş soğuk birer içecek almak için söz konusu işletmenin kapısında girmiştik.
içerde söz konusu işletmenin sahibi ve tek çalışanı olduğu anlaşılan orta yaşlarda, kır saçlı, gözlüklü, bıyıklı ve bir kaç gündür traş olmadığı kolayca anlaşılabilecek bir amca elinde vakit gazetesi olduğu halde duruyordu. bizi görünce gözlüklerin üstünden bizi süzdükten "buyrun evladım" dedi. kaan: amca soğuk içilmesi önerilen gazlı içecekleriniz var mı? amca: arkada kola dolabı var oğlum...
kaan kola almak için kola dolabına doğru giderken bende bir kaç cips ve bur cubur alıyordum, bu arada kaan seslendi; kaan: canım light cola yok, sana da normalinden alıyorum...
ben duyduklarım karşısında adeta şok olmuştum; fctegk: light yok mu, nasıl yok ya, ben ne içcem ya? kaan: normal kola alayım aşkım, ne fark eder?
ben bu kez sinirli bir şekilde hala vakit gazetesi okumakta olan dinci esnaf yönelmiştim.
fctegk: dinci bakkal amca bey neden light kolanız yok? amca: gızım layt mayt satılmiki buralarda.. fctegk: nasıl satılmıyor ya, alsanız herkes alır niye satılmasın hı? amca: gızım gitmi satılmi burda, normal kola var ondan al. fctegk: satılmıyor demek ha, kimi kandırıyorsunuz siz, ben sizin niyetinizi bilmiyor muyum sanki! amca: gızım ne niyeti, satılmi bende ondan almim, ne niyetim olcak? fctegk: siz sırf biz oruç tutmuyoruz diye layt kola satmıyorsunuz dimi, pis dinci sizi! amca: ya hanımgızım ne orucu, ne zekatı, kim ne yapar kendine yapar beni ilgilendirmez, burada ondan satıl mi, kaç defa aldım layt kola hepsi iadeye düştü çöpe gitti o yüzden satmiyoz. fctegk: ya siz kimi kandırıyorsunuz ha, biz oruç tutmuyoruz diye bizi eziyorsunuz ben anladım, size ne ya bizim orucumuzdan, bizde müslümanız sizi ilgilendirmez bizim orucumuz! amca: ya gızım ne orucu, sen orucu ne kafaya taktıb ya, isteyen tutar isteyen tutmaz, ben ticaretime bakarım ne alakası var ya? fctegk: bırak ya pis dinci, biz oruç tutmuyoruz diye light kola satmıyorsunuz, ama ben yapacağımı bilirim. kaan bırak ya bir şey almıyoruz buradan! kaan: aşkım başka yer bulamayız, hem abartma adamın bişey dediği yok. amca: gızım ben niye sizi eziyim ben esnafım müşteri bizim veliyi nim... fctegk: sen sus pis dinci, kaan bırak onları hemen gidiyoruz!
aldıklarımızı geri bıraktık ve sinirlerim tepemde olduğu halde arabamıza bindik.
kaan: aşkım bazen çok abartıyorsun, hem şimdi yol boyunca bakkal nereden bulcaz? fctegk: ya adam resmen oruç tutmuyoruz diye bizi eziyor ya ve sen bir şey demiyorsun ama neyse ben ona yapacağımı biliyorum, babama söylimde maliyedeki arkadaşlarına söylesin de bir kaç denetmen yollayıp iyi bir ceza kessinler, bak o zaman nasıl aklı başına gelir...
***
müşterilerinin bir kısmını salt oruç tutmadıkları için ezen ve bu çağdışı kafasıyla hiçbir zaman bir bakkal olmaktan öteye gidemeyecek esnaftır.
genclgni her yne 500 sms çılgnlgyla tüktn yazrn int sozlk olsmlarindan habrdar olusu ve bu olsmun bir parcsi olmyı arzu edp bu yonde caba gostrip yazr olmsi lkin eski alskanlklarndan kurtlmmasi netcesnde bsvurdugu lkin sozlk formtna aykri oldgu icn kabul gormyn bir yontm olp, bol bol kisaltmlr ve smileylr kullnmk seklnde kendni gostrir. xd xd
kib *
ah dostlarım bu dincilerdeki cehalet her defasında şaşırtıyor beni.
sabah uyanmış, elimi yüzümü bile yıkamadan mutfağın yolunu tutmuştum. bu arada masaya bakmış henüz kahvaltının hazır olmadığını görünce sandalyeye oturup birazda öyle kestirmiştim ama gözlerimi tekrar açınca hala kahvaltı hazır değildi.
- aaayynnee! neden kahvaltı hazırlamadın?
+ senin saatten haberin var mı ? gece yatmazsın, sabah kalkmazsın...
- beni neden çağırmadınız?
+ ayyy bıktım sizden, 50 yaşıma girdim işçi olsam emekli olurdum ya, sabah 20 defa çağırdım seni uyansaydın...
- annnee yaa, tamam ne olmuşsa olmuş bana bi kahvaltı hazırlasana.
+ aaa! koca kız oldun, yaşıtların evlendi de çocukları yürümeye başladı, git hazırla kahvaltını.
- ayy tamam anne hazırlama ya sabah sabah seninle uğraşamam.
kalktım lavaboya gidip bir elimi yüzümü yıkadıktan sonra tekrar mutfağa döndüm, bi saat kahvaltı hazırlamakla uğraşamazdım, bir kase alıp kornfıleksleri içine boca ettim ama dolaba baktım süt yoktu.
- aynneeee!
+ yaa ne var ya beni deli mi etcen yaa.
- tamam yok bişi.
anlaşılan annemin sinirleri bozuktu, sanırım bana hala şu anneannem hadisesinden dolayı da kızgındı, üstüme bir şeyler geçirip marketin yolunu tuttum. süt, bilumum abur cubur ve cips aldıktan sonra cola almak için coca cola dolabına doğru gidiyordumki 10 yaşlarında bir kız çocuğu koşarak beni geçmiş, hatta geçerken de hafiften çarpmıştı. düz saçları olan sevimli bir çocuktu ki görüntüsünden hiçte dinci bir aileye mensup olduğu anlaşılmıyordu. çocuk kola dolabını açarken geriye doğru seslendi;
- anne cola da alıyorum.
çocuğun seslendiği yöne doğru bakınca, türbanlı ve her halinden laiklikten hazzetmediği belli olan bir kadınla gözgöze geldim. ben nasıl olurda böyle sevimli bir çocuğun annesi bu dinci olur diye düşünürken, dinci kadında kızına cevap verdi.
+ yok kızım alma ondan.
- ama anne kola da alacağımız söylemiştin?
+ kızım arkada cola turka dolabından alırız.
- neden burdan almıyoruz anne?
+ kızım o coca cola ve coca colada domuz asidi kullanılıyormuş.
ben duyduğum cümleler karşısında adeta şoke olmuştum, bu nasıl bir cehaletti aman tanrım.
alışverişimi yapmış kasaya doğru giderken kafam allak bullaktı.
aslen "8. nesil kalitesiz yazarları görüp, "benim burada ne işim var" demek" şeklinde kurgulanan bir başlık olup, yazar kişinin sol freymi kaplayan ve çoğu 8. nesil ergen yazarlar tarafından açılmış başlıkları, ilgili başlıkların altındaki tanım olmaktan çok öte çiziktirmeleri ve yine sözlük formatına aykırı olmasına karşın üstteki entryleri refere eden entryler, saçma sapan bkz.lar görmesi sonucu, daha iyi bir sözlük için akıttığı terleri, bugüne değin yazdığı onlarca bilgi içerir entryi düşünüp kahrolması ve ardından geçirdiği iç çatışmalar neticesinde bu tuhaf oluşumun içinde oluşunu adlandıramaması durumudur.
anneanne adı verilen ve annemizin annesi olması hasebiyle bizimle de illiyet bağı olduğu varsayılan ve çoğu eğitimsiz, cahil, geri kalmış, dindar ve muhafazakar kişilerden oluşan, çağdaşlık modernizm ve laiklikten payına düşeni alamamış, müzikten, sanattan ve danstan ari kişilikleri olan, buldukları körpe beyinleri yıkamaya çalışan, süpaneke ve attayatu gibi duyalar ezberletmeye çalışan, çoğu başını bir bez marifetiyle kapatan ve salt toplumu kontrol altında tutup insanların kendilerine hizmet etmesini sağlamak için saygı-sevgi gibi içi boş, gerçek hayatta karşılığı olmayan kavramlara yaslanan canlı türünün, deodorant ve parfüm gibi kozmetik ürünler kullanmamasıyla yoğun oranda ter koktukları gerçeğidir.
mevsimler tablosundaki en çok sonbaharı severdim ilkokulda, nedeni benim bir insanı sevmeme izin verilmemesi ve incir reçelininde benden erken davrananlar tarafından sahiplenilmesi değildi elbette, şimdi sepya olarak tabir edilen ve benim o zamanlar tulunju olarak adlandırdığım renklere haiz kurumuş yaprakların gökyüzünde savruluşu ve bekgırandda odun kıran bir babanın, üstlerinde kazaklarla koşuşturan çocukların oluşturduğu melenkolik/romantik tablonun ruhumda karşılık bulmasıydı.
evet henüz sonbahar gelmedi lakin aşırı sıcaklardan olmalı dün yürürken yerlerde sararmış yapraklar dört bir yana savrulmak ufak bir rüzgar bekliyorlardı ve ben yeniden çocuk olmuş sırtımı karatahtaya dönmüş mevsimler tablosunu inceliyordum, ha bir de bir zaman çizelgesi vardı di mi? hani ortaçağ ile yeniçağ arasında, ata binmiş sakallı ve tuhaf bir burna sahip, üstünde müsamere kostümlerine benzeyen bir kıyafet olan birinin olduğu ve etrafına bir çokj kişinin toplandığı bir resim ve de altında "istanbul'un fethi" ibaresi.
ta o çocuk aklımla kavrayamamıştım dünya üzerinde bu kadar şehir olmasına, ki içlerinde monako, venedik, paris gibi çok güzel şehirler olmasına, hatta onunda ötesinde karayip adaları gibi doğal güzellikler varken istanbul'un fethi niye bu denli önemseniyordu?
neyse işte tarih çizelgesi beni cezbetmiyordu, ben mavsimler çizelgesinde takılı kalmıştım..
birazdan bir taksi bulabilmeyi başarmış ve her halinden müşteriler araçta yokken arabada sigara içtiği anlaşılan bir şoförün, maşala-bişalla yazılarıyla donattığı taksisiyle optimum'a doğru yola çıkmış ama bu inanılmaz kötü kokan araçla varmak istediğim noktaya ulaşabileceğim konusunda ciddi tereddütlerim vardı, camı açtım temiz havayı içime ciğerlerime çektim.
araçtan inerken, bu kötü kokan ticari aracı kullanan ve muhtemelen fakir ailesi de kendisi gibi kültürsüz yetişecek adamın taksimetreye bile bakmasına bıle fırsat vermeden bir ellilik fırlattım ve üstü kalsın dedim.
kızlar beni komşufırın'da bekliyorlardı ve her hallerinden onları biraz beklettiğim için hiçte memnun olmadıkları analşılıyordu.
buse: nerdesin orospu ağaç ettin bizi yaa!
fctegk: bekleyin tabi, ben sizi azmı bekliyom haha, ee naber kızlar, çok beklettim mi?
oturduk lafladık ve yerküre üzerinde görülmemiştir ki dört sıkı dost bir araya gelsin ve konu aşka gelmesin, nitekim yine bir sürpriz olmadı ve konu aşka geldi.
serap: naptın sen kaan'la görüşüyor musun?
fctegk: ya biz hep aynı bir küs bi barışık, ya beni boşverin de duygu sen yeni aşk yapmışsın ?
buse: ooo duygu hiçte bişey söylemiyorsun, valla darıldım bak.
duygu: ya daha bir şey yok, kim söyledi fctegk sana ya, face'den mi gördün?
fctegk: biliyorsun ben bilirim her şeyi haha.
serap: e çocuk kim nereden çıktı?
duygu: berkant var ya, patronun oğlu...
serap: berkant? şu geçen tanıştırdığın çocuk?
duygu: evet
buse: ya o biraz vasat bir tip değil mi?
fctegk: aşkın gözü kör derler...
duygu: ya aslında bende duygularımdan emin değilim...
serap: eee?
duygu: ya aslında, gaye hanım işi bırakıyor gelecek ay, bende onun yerine geçmeyi istiyorum..
buse: hee tamamen duygusal yani hahaha.
duygu: ya öle deme ya...
serap: hadi seni gidi seni, eee buse sende bi haberler var mı?
birazdan kalkmış mağazaları dolaşıyorduk, muhtemelen dışarıda hala sarı yapraklar vardı, ama asıl sararan benim içimdeki dünya algısıydı.
***
sırf patronun oğludur diye, sevilmeyen, özel duygular hissedilmeyen ve de yakışıklı olmayan biriyle beraber olmaktır.
arabesk müziğin trt'de yasak olduğu lakin türkiye'de fırtınalar estirdiği dönemin sembol isimlerinden ve yaptığı onlarca parça ve albüm ile gönüllerde taht kuran, orhan gencebay ve müslüm gürsesle birlikte arabesk müziğin en güçlü üç isminden biri olan ferdi tayfur'un, hayatın her an her tür kötü sürprizine karşın ferdi kaza sigortası yapması ve gazların teneffüsü, yanıklar, burkulma-kırık çıkık , böcek sokması, ev ve işyeri kazaları gibi durumlara karşın geleceğini teminat altına almasıdır.
not: tüm çabalarıma karşın bu konudan dincilere çatacak bir şey bulamadım.
çağdaş, modern ve laik kişiliğin gereği olarak, ramazan adı verilen ve takribi 20-30 gün kadar süren ve cahil, gerici halk tarafından tüm gün bir şey yenmeden ve içilmeden geçirilen zaman diliminde, sırf görenlerin çağdaş, modern ve laik olduğumuzu bir bakışta anlamalarına yardımcı olmak için kamuya açık alanlarda durmaksızın bir şeyler atıştırmak, su içmek, dondurma yemek ve bunun gibi davranışlarla ne kadar çağdaş olunduğunun tüm halka gösterme amacıyla durmaksızın bir şeyler yemek, dolayısıyla fazla kalori almak neticesinde ramazan sonunda fazla kilolarla boğuşmak durumudur.
çağdaşlık, modernizm ve laikliğin ülkemizde parlayan yıldızı forum chat tarzi entry giren kiz tarafından sol framede uçuşan "laikler bu ülkeden gitsin" "dinciler bu ülkeden gitsin" gibi abudik gubidik kampanyalara karşı başlatılmış olan ve "hiç kimse bi yere gitmesin, ne güzel eğleniyoruz" temalı kampanyadır.
elleriyle belinizi sarmalayıp, bedeninizi sonsuz devinimlerle aşılayan ve yüreğinizdeki sonsuz ateşi, acının acıyı dindirdiği gibi ateşiyle dindiren sevgilinin, uzun yaz geceleri boyunca en çılgın aşk partilerinden arta kalan sabahlarda ve ufak bir esintiyle kuruyan sokaklara hayat bahşedilen akşam üstlerinde, hiçbir doktorun iyi edemeyeceği, hiçbir terapistin telkinde bulunamayacağı, hiçbir amanın görmezden gelemeyeceği o en derin, o en yakıcı, o en sancılı yaranıza neşter vururken ve siz hülyalara dalmış dünyanın bu yeniden yaratım sürecinde iki parmağınız ile insanı kurgularken sevgilinin salt bir magnum double karadut ve böğürtlen değil kızgın kumlardan serin sulara bir ferahlığı da vajinanıza nakşetmesidir.
çağdaş medeniyetler seviyesinin üstünü hedef edinmiş, bilime ve aydınlanmaya gönül vermiş yüce türk toplumunun big ides'sı olan çağdaş, modern ve laik bir nesil yaratım sürecinin sekteye uğramaması ve bu sürecin başarısı için en önemli mecra olan eğitim ve internetin, ramazan ayında oruç tutan ve tüm toplumu bu yönde dönüştürmeyi şiar edinmiş karanlık bünyelerden arındırmak adına, ramazan süresi boyunca entry giriş saatleri, entry içerikleri ve diğer yazarlardan elde edilen bilgiler neticesinde oruç tuttukları tesbit edilen yazarların sözlükten silinmesi ve böylelikle modern çağın gerekliklerini harfiyen yerine getiren aydınlık bir sözlük oluşturma sürecidir.
ah dostlarım hayatımda hiç bu derece rencide olmamıştım, ki sözlük formatı müsamaha gösterse her satırımı mutsuz smileyla noktalamak isterdim.
sabah gün içinde başıma geleceklerden habersiz uyanmış, bir kase nestfiti mideye indirirken bir yandan da cumhuriyet gazetesi okuyor, çağdaşlığıma çağdaşlık, laikliğime laiklik katıyordum.
lakin bugün moralim biraz bozuktu, çünkü yapmam gereken bir kaç işlem için ümraniye olarak adlandırılan, çağdaşlık ve modernizmden zerre nasibini almamış varoş semtine gitmem gerekiyordu ki, hala çağdaşlığı içselleştirememiş ve her yanında camiler olan o semte gitmekten korkuyordum.
kahvaltıdan sonra istemeye istemeye durağa doğru yürümeye başlamış(ki mütevazi kişiliğimin bir göstergesi olarak toplu taşıma araçlarını kullanırım bazen) "bir şey olmayacak fctegk, bir şey olmayacak" fiye kendi kendimi cesaretlendirmeye çalışıyordum. yalnız kaldığında korkmamak için yüksek sesle şarkılar söyleyen çocuklardan ilham alarak aypodumu çıkarmış, oldukça çağdaş parçalardan oluşan pleylistimdeki noting elz madırs'dan no volvere'e, golha'dan onuncu yıl marşına kadar onlarca çağdaş parçayı random dinlemeye başlamıştım.
birazdan 14b isimli ve oldukça bağnaz ve her halinden modernizm ve çağdaşlıkla arası açık oldukları anlaşılan bir güruhu kadıköy ile ümraniye arasında karşılıklı seferler halinde taşımayı hedefleyen bir toplu taşıma aracına binmiş ve otobüslerinde ilk kez çağdaş, modern ve laik birini görmenin şaşkınlığıyla bana doğru bakan bu insan güruhuna aldırmadan arka taraftaki yüzü birbirine dönük koltuklardan birine oturdum.
kimseyle göz göze gelmemek için başımı cama çevirmiş lakin camdaki yansımada tam karşımda oturan kişinin 20-30 yaş aralığında ve her halinden dindar olduğu, bir çok kuran ayetini ve kısa sureleri ezbere bildiği anlaşılan bir gencin oturduğunu görmüş lakin korktuğumu belli etmemeye çalışıyordum. dindar genç ise ilk olarak beni tepeden tırnağa süzdükten sonra yüzünü başka yönlere çevirmişti.
bir kaç kez tekrar dindar gencin beni süzdüğünü farketmiş ama çaresizce başımı cama çevirmiş gçrmezlikten gelmiştim, derken dindar genç kısık bir sesle bana seslenmişti;
şaşırmış kitlenip kalmıştım, ne diyeceğimi ne söyleyeceğimi bilemiyordum, daha öncede sokakta laf atan serseriler olmuştu ama hiç bir zaman böyle ağır, bu derece ahlaksız, bu denli acımasız bir tacize maruz kalmamıştım..
ne yapacağımı ne cevap vereceğimi bilmeden biraz eveleyip geveleyip istemsiz kas hareketleri sergiledikten sonra kıpkırmızı yanaklarımla, ağlayarak otobüsten indim.
herkes otobüsün camından bana bakarken ben gözyaşları içinde koşuyordum...
***
genç ve gerekli kültür ve bilgi düzeyine haiz, modern çağın gereklerini yerine getiren çağdaş bir kızı taciz eden ve genel hal ve hareketlreinden dinci olduğu anlaşılan erkek bireydir.
uludağsözlük yazarlarından forum chat tarzi entry giren kiz'in yıllardır biriktirdiği notlar, denemeler, hayatın içinden insan portreleri ve tüm sıradanlığıyla yaşamı, öykü/deneme tarzı bir üslupla harmanladığı ve ön taslağını tamamladığı kitabı için kullanılabilecek, isim önerileridir.
ah dostlarım maalesef hayat hep güzellikler vaad etmiyor...
güneş başka bir şehri aydınlatmak için ufuktan kaybolurken insanlar sanki bir yerlere, bir şeylere geç kalmışçasına kumsalı boşaltıyorlardı. ben ise yanan omuzlarımın acısına inat hala şezlongta uzanıyor, turuncudan pembeye dönen ufuk çizgisine bakıp, ağrıyan omuzlarım için değil acıyan kalbim için gözyaşları döküyordum...
evet yıllar önceydi ve tıpkı bugün gibi güneş ufuk çizgisinden kayboluyor, insanlar deniz ve eğlencenin aslen yeni başladığı bu saatlerde plajı terkediyorlardı, biz ise şu an tam hatırlayamadığım bir arkadaş grubuyla sabahın ilk ışıklarıyla geldiğimiz bu kumsalda gece yarısına dek kalmayı planlıyorduk.
dediğim gibi kaç kişi olduğumuzu, kimlerin olduğunu tam hatırlamıyorum ama berk hariç, tabi bir de mehmet...
dürüst olmak gerekirse berk'ten hoşlanıyordum, hadi adını tam koyalım kör kütük aşıktım ama aşık olunmayacak çocuk da değildi, yakışıklı, uzun boylu, kumral ve birde z3'ü var. berk'in de bana karşı boş olmadığını düşünüyordum, sanki bana bir başka bakıyor, benle ekstra ilgileniyor gibiydi ama neden bir türlü açılmıyordu anlamıyordum...
biz kumsalda otururken erkekler içecek bir şeyler almak için uzaklaşmışlar, dönerken berk ve mehmet gruptan biraz ayrı konuşarak geliyorlardı.hep beraber biralarımız içip biraz gülüşüp lafladıktan sonra bir ara berk kulağıma doğru eğilmiş " biraz konuşabilir miyiz?" demiş, ben ise küt küt atan kalbimin sesini dindirmeye çabalayarak "hımmm, olur" dedim...
beraber kumsala paralel yürüyor, yer yer ayağımıza vuran dalgalarla ürpererek kayalıklara doğru ilerliyorduk. biraz anlamsız cümleler kurduktan sonra berk sesine biraz daha ciddi bir ton vererek söze başladı.
- elif bir şeyler söyleyeceğim ama nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum doğrusu...
+ haha ne söyleyeceksin merak ettim.( bunu söylerken küt küt atan kalbime rağmen umursamaz ve soğukkanlı bir ses tonu kullanmaya özen gösteriyordum)
- ya ama kızmak falan yok, tamam mı?
+ ya tamma söyle merak ettim..
- mehmet'i bilirsin, çok iyi çocuktur...
+ eee? ( mehmet kelimesini duyunca şaşkınlık hayal kırıklığı arası bir cızırdama oldu içimde)
- ya mehmet...
+ ee söyle ne söyleyeceksen. (lafın nereye geleceğini anlamış ve sinirden ağlama noktasına gelmiştim)
- mehmet senden hoşlanıyor ama açılamıyor o yüzden ban...
+ ya bana ne memet salağından ya, hem sana ne kendi ağzı yok mu ?
- ya o çekiniyo söyl...
+ istemiyorum onu, hiç kimseyi istemiyorum(bunu söylerken gözlerim dolmuş sesim titriyordu)
+ hiç kimseyi istemiyorum, kendimi bir ilişkiye hazırr hiss( kelimeler boğazıma dizilmiş, konuşamıyordum, arkamı döndüm koşmaya başladım)
- elif, eliff dur bi dakika, elifff bak, elifff!
oradan koşarak uzaklaştım, ilerlerde bir yerde yalnız oturdum biraz, içimde kıyametler kopuyordu, sevdiğim, aşık olduğum çocuk yanıma geliyor, tam dünyalar benim olacak derken, içim kıpır kıpır coşarken tüm dünyayı başıma yıkıp bana çulsuz, bir yazlığı bile olmayan fakir ve çirkin bir arkadaşı için aracılık yapıyordu. cennetin kıyısında bana cehennemi öneriyordu.
kendimi biraz toparladım, yıkıldığımı kimse görmemeliydi, yenilmemeliydim, gözyaşlarımı sildikten sonra arkadaşların yanına döndüm ve rahatsız olduğumu ve gitmem gerektiğini söyledim...
işte yıllar geçmişti, yine bir akşam vakti ve ben hala hiçbir zaman kavuşamayacağım, hiçbir zaman göğsüme saramayacağım ve üstelik bana çulsuz bir arkadaşı için aracılık yapan biri için ağlıyordum..
***
bırakın refah düzeyi yüksek bir yaşam vaaadetmeyi, dandik bir yazlığı bile olmayan bir erkek müsvettesinden çıkma teklifi almaktır.
daha küçücük yaşta kötü alışkanlıklar kazanmış, belki tek geçim kaynağı emekli maaşı olan bir teyzenin, belki evine ekmek götüren bir babanın, belkide hasta çocuğuna ilaç alacak bir annenin parasını çalmış, çağdaşlık ve modernizmden nasibini almamış ve işlediği bu suçlar yüzünden bir grup çinli tarafından darp edilerek iyi bir ders verilmiş uygurlu çocuktur ki her şeye rağmen yatıp kalkıp iyi kalpli çinlilere dua etsin, o iyi kalpli çinliler yerine araplar olsaydı kolunu keserlerdi.
ah dostlarım, ilkokul yıllarında beslenme saatini kabusa çeviren olaydır bu.
sabah gün içinde başına gelecek büyük felaketten habersiz, sırtında o yaşta nasıl taşıyabildiğini hala çözemediğin içi kitap, kalem, kalemlik, tokalar ve bırakamadığın oyuncağın bulunduğu bir çanta, sağında pembe renkli üzerinde taşdevri kahramanlarının yer aldığı bir beslenme çantası ve boynundan aşağıya rapçi kolyesi gibi sarkan suluk ile kameran cevat kelle gibi okul kapısından girersin.
burda suluk mevzuunun üzerinde özellikle durmak gerek, ki kapağı normal pet şişe kapağı gibi çevirmeli olan sulukların yanında benimde bi'tanesine sahip olma şansına haiz olduğum ve statü göstergesi sayılan kapağı tık diye kaldırınca içinde kamışıda çıkan pembe suluklar ayrı bir neşe kaynağıdır.
neyse efendim siz hala beslenme saatinde başınıza gelecek büyük felaketten habersiz ali'ye at baktırırsınız, oya'ya ip atlatırsınız, birol'e ablasının evi süpürüp süpürmediğini sual edersiniz ve böylelikle iki dersi devirirsiniz, işte şimdi beslenme saatidir.
annenizin katlayarak beslenme çantasının içine koyduğu ve kalp şeklinde ve üç bölmeli saklama kabındaki domateslerden sızan domates suyuyla bir kenarı hafif ıslanmış mendilimsi örtüyü sıranızın üstüne serersiniz, ardından çatalınızı ve beslenme araç gereçlerini ve markası meyöz yahut meysu olan meyve sularını örtünün üzerine yerleştirirsiniz.
şimdi isterseniz bu dramın baş aktörlerinde meyöz meyvesuyunu yakından tanıyalım...
efendim o zamanlar capy, pınar, pfanner yok tabi, meyve suyu alacaksan ya meysu ya meyöz. meyöz beyaz bir zemşn üzerine yeşil taralı çizgileri olan ve şimdiki uzun meyvesuyu kutularının aksine, puding kutuları gibi daha kısa ama geniş bir ambalaja sahipti. kutunun içindeki meyve nektarını bünyeye dahil etmek içinse kutunun kenarında çapraz bir pipet mevcuttu ki bu körolasıca pipet bugünkü körüklü pipetler kadar uzun değil kutunun çapraz bir köşesinden öteki köşesine kadardı.
evet zanlıyı da tanıdığımıza göre konuya geri dönebiliriz, siz erzağı sıranızın üstüne koymuş ve besin maddelerinin birinden bir lokmayı mideye gönderirken birden meyvesuyu pipetinin içeri doğru kaydığını görürsünüz ve ani bir refleksle hamle yaparsınız ama bu refleks pipeti tutmak şöyle dursun, dışarıda kalan son kısmınıda içeri sokmuştur.
bu esnada "yaaaaa" diye mızırdanmanızı duyan erkek çocuklar hemen etrafınıza toplanır biribirinden saçma önerilerde bulunurlar;
- hehe salak, kenardan bastır pipeti fırlar...
- kız kuvvetli bi nefes çek pipet gelir...
- bi şey olmaz kenarını yırt öyle iç...
siz erkeklerin bu nezaketsiz ve kaba önerileri üzerine daha da sinir olup ağlarsınız o esnada en yakın arkadaşınız gelir ve sizi teselli eder;
- elif ağlama ya örrrrtmene söyleyelim, o erkeklerden birini bakkala yollar meyve suyu aldırır...
ah dostlarım inanın yaşamak istemiyorum artık, keşke ölsem de kurtulsam bu hayat denen saçmalıktan.
sabah canım işe gitmek istemiyordu, işyerini arayıp rahatsız olduğumu gelemeyeceğimi söyledim ki zaten yalan da değildi, biraz karnım ağrıyordu.
bir kase nesfit ile kahvaltı faslını geçiştirdikten sonra elimde Cumhuriyet gazetesiyle bahçeye indim hamağa uzandım ve elimdeki gazetenin her sayfasını çevirdiğimde ülkemiz üzerine dönen kirli oyunları görüp gözyaşlarına boğuldum. gece biraz geç yatmıştım ondan olsa gerek bir ağırlık çöktü üstüme uyuyakalmışım.
birazdan adım anons edilince apar topar uyanıp ingilizce bilmeyenlerin giremediği kırmızı bir kapıdan geçerek bir sahneye çıktım ve kendimi bir alkış tufanının içinde buldum. sevinç gözyaşları içinde izleyici sıralarına doğru baktım, sıçtırtma lamasına, pulp fiction, sirkecidentrengider, sir isaac, tarihci76, demokratik sol krose, peynirciks, author, fidelity, salca, cool adam, saipsiz, pmbpntr, sadee, moonlight sonata, bluevelve, yanin herkes herkes oradaydı ve çılgınlar gibi beni alkışlıyorlardı. bu arada durumdan memnuniyetsiz bir grup yazarın töreni terkettikleri de gözümden kaçmamıştı. derken zall elinde altın nutella ile yanıma geldi, tam altın nutellamı uzatacakken bir sessizlik oldu, altın nutella üstündeki yansımamla göz göze geldim ve o an tüm hayatım bir zeki demirkubuz filmi hüznüyle gözlerimin önünden aktı ve arkamı dönüp koşarak uzaklaştım. ben kaçtıkça arkamdan sahne, duvarlar kapılar her şey yıkılmaya başladı ve derin bir düşme hissiyle sarsılarak uyandım. şaşkın şaşkın etrafıma bakındım, güneş tam tepedeydi sanırım bayadır uyuyordum.
kalktım odama geçtim ama hala kafamda o tuhaf rüya vardı.
bilgisayarı açıp sözlüğe girdim ve özel msj kutumun daha önce hiç olmadığı kadar parlak bir renkle yanmakta olduğunu gördüm. merakla mesaj kutumu açınca daha önce tanışma fırsatı bulmadığım bir bayan yazardan gelen bir mesajla karşılaştım ve mesajı okurken her satırda, her kelimede kanım biraz daha çekildi, şok oldum
şu an inan ne diyeceğimi nereden başlayacağımı bilemiyorum, içim kanıyor fctegk anlıyor musun, içim kanıyor. ben iki yıl kadar önce sözlüğe üye oldum ve sözlüğe bilgi içerikli onlarca entry girdim.lakin bir türlü karmam yükselmiyor, insanlar varlığımdan bihaberlerdi. daha da kötüsü tek bir tane bile coştuğum entrym yoktu.
bir gün ekranın sağ kısmında üstünde özel msj yazan butonun diğer butonlardan farklı bir renk ile ışıldadığı farkettim. iki yıllık yazarlık hayatım boyunca ilk defa başıma böyle bir şey geliyordu, düzelsin diye sözlükten çıktım sonra tekrar girdim ama o buton hala diğerlerinden farklı sarımtırak bir renkteydi. biraz tereddütten sonra dayanamayıp butonu tıkladım ve karşıma bir ekran çıktı.
daha sonra özel mesaj ekranı olduğunu öğreneceğim bu ekranda zall isimli bir kullanıcının bana yazdığı bir ileti vardı. ileti de tacizkar ifadelerle bezeli bir teklif vardı. zall isimli kullanıcı bu sözlüğün kendisine ait olduğunu iddia ediyor ve benim gibi güzel bir kızın bu sözlük aleminde harcandığını, tüm zerafetime karşın hak etmediğim eksi değerlikte bir karma puanım olduğunu ve böyle devam edersem sözlükte bir iz bırakmadan geçip gideceğimi söylüyordu. ardından da ekliyordu, ama yazgını değiştirmek senin elinde, eğer sende celebrity olmak istiyorsan, karmanın +1000lere vurmasını istiyorsan beni memnun etmen yeterli, benim ol bende seni sözlüğün en beğenilen, karması en yüksek, coştuğu entryleri sayısız biri yapayım diyordu.
o an artık bir kara vermem gerektiğini anladım, ya yazarlığı bırakacak ya da karma puanı yükske sevilen bir yazar olmak için bedel ödeyecektim.
günlerce gelditlerle uyuyamadım aklımda hep bu ikilem vardı ama sonunda kararımı verdim ve zall'ın teklifini kabul ettim.
artık ateşli gecelerim ve yüksek bir karma puanım olmuştu, herkes beni konuşuyordu, zall'ın prensesiydim adeta. ama zaman ilerledikçe içimi bir hüzün sardı, artık ünlü biriydim, karma puanım yüksekti lakin onurum ayaklar altındaydı. bir karma için bedenimi sunmuştum sevmediğim birine.
ve artık fctegk, içimde büyüyen bu mutsuzluğa karşı koyamıyorum, sen çağdaş laik modern birisin ne olur yardım et!
mesajı okuyup bitirince gözlerim dolmuştu, üç kuruşluk menfaatler için sözlükte dönen bu oyunlar karşısında donakalmış, tek kurtuluşu benim modern çağdaş ve laik zihnimde arayan bu dostuma ne cevap vereceğimi bilemiyordum...
göksu deresinin kıyısına oturup ağladım...
***
artı bir karma değerliğine sahip olmak için, sözlüğün kurucusuyla sevişmektir.
ekşisözlük isimli internet sözlüğü formatının türkiye'deki ilk ve en önemli temsilcisi olan platformda yer alıp, bu platformun genel profili ele alındığında çağdaş, modern ve laik olarak nitelendirilebilinecek yazarları ile aynı ortamı paylaşmak, bilgi alışverişinde bulunmak, zirvelerine katılmak, zirve dönüşlerinde metroda "serkan is my girl" şarkısını seslendirmek isteyen laik kızların bu masumane isteğinden yararlanıp,"ssg ile kankayız biz, söylim seni hemen yazar yapsın hatta istersen 1.nesil yapsın" gibi vaatler ve bu vaatleri gerçekleştirmek için ise sizinle bir gecelik birliktelik istediğini belirten, teklifini kabul ettikten sonra ise sizi kullanıp ardından vaadini sürekli öteleyen, nihayetinde ise "bu işi kurcalama, zall'a falan söylersen, çıplak resimlerini duyurular butonu aracılığıyla yayınlarım" diyen ahlaksız moderasyon mensubudur.
daha öncede bu konuda bir kaç entry girmiş ve anneannemin bizim ailemize yakışmayan türbanlı biri olduğunu ama tüm bunlara rağmen yine de anneaneme tahammül göstermeye, onu üzmemeye, olduğu gibi kabullenmeye çalıştığımı söylemiştim.
ama o sanki tek amacı bizi zor durumda bırakmak istercesine , itibarımızı zerre düşünmeden bizim eve geliyor. arkadaşlarım görüyor onu, komşular herkes, yine de sabrediyorum...
yetmezmiş gibi türbanlı haline bakmadan hadi dolaşalım, rıhtıma inelim diyor, birlikte bankaya para çekmeye gidelim diyor ve ben tüm bunlara, insanların beni görüp gülmelerine çekiştirmelerine, aaa bunların ailesi böyle miymiş demelerine kulak tıkıyorum sevgimden dolayı.
çocukken bana ısrarla ettiyattu ve süpanekeyi öğretmesini saymıyorum bile...
ama 10gün kadar önce bir akşam vakti artık sabrımın tüm limitleri doldu.
kaan'la polonezköy'de güzel bir mekana gitmiştik doğa ile başbaşa yemek yiyorduk ve ortam gayette romantikti, lakin ben telefonumu kapamayı unutmuş olacağım ki birden bir mesaj sesiyle ortamın tüm büyüsü kaçtı. telefonu sinirle elime alıp hangi saygısızın bizi rahatsız ettiğini görmek istedim. mesajı göndereni görünce çok şaşırdım ama asıl şoku mesajı okurken yaşadım
kaan da mesajı okumuş çaktırmadan gülüyordu.lavaboya gidicem diye masadan kalktım, kan beynime sıçramıştı dışarı çıkıp anneannemi aradım;
- ya anneanne sen napmaya çalışıyosun yaa?
+ noldu kızım?
- yaa bide soruyosun ya, sana inanamıyorum ya, ben burda erkek arkadaşımla oturuyorum sen tuhaf tuhaf yok kandildi yok lambaydı acayip mesajlar gönderiyosun ...
+ kızım kandil gecesi, ne var bunda?
- ya anneanne ne varı mı var ya, yarın atarsın mesajı ben bugün kaan'la olacağımı da söylemiştim, biraz anlayışlı olsana artık ya, bide çocukta mesajı gördü nasıl gülüyo...
+ ay benim kızıma tamam kusura bakma, hem bişi olmaz ki elifim bunda ne var çocuk görsün.
- ya tamam anneanne ya, kapatıyorum neyse...
evet dostlarım telefonu kapattım ama neredeyse ağlamak üzereydim, sırf ismi anneanne diye 65 yaşında bir bunağa tahammül etmem gerekiyordu.
***
salt anneanne sıfatına haiz olmasından ötürü, akli melekelerini yitirmiş, dengesiz davranışlar sergileyen birine tahammül göstermek zorunda olma halidir.
uludağ sözlük isimli intrenet sözlük oluşumunun bir üyesi ve ayrıca girdiği entrylerle ve açtığı başlıklarla sözlüğün varolma ve ebediyetinin sebebi olan ve kısaca uuser olarak isimlendirdiğimiz uludağ sözlük yazarı erkekler arasında, önceden belirlenmiş kıstaslar ve objektif, yansız bir gözlem ile elde edilen verilerin, genel geçer yöntemlerle işlenmesi yoluyla tesbit edilebilinecek olan, göğsünde aşka, romantizme ve sevgiye en çok yer açmış, gönlü daldan dala konan bir arı, kelebek veyahut kuş gibi olan erkek yazardır.