gerçek şu ki; bu güne dek ne başlıklar açıldı sevgili adına, ne entryler girildi... ne savaşlar verildi * kimisi hüzün kimisi mutlulukla sonuçlandı...
(bkz: sevgilinin sesi)
sevgiliyle telefonla konuşurken -ki özellikle gecenin sessiz ve karanlık anlarıysa bu daha duygu dolu, daha yoğun his içinde oluğunuz anlamına gelir.
her duygunuz tavan yapmıştır; arzunuz, tutkunuz, özleminiz vs.vs.vs... hayaller dillerin ucundadır; gözler kapalı olmasına rağmen aslında en açık halindedir; zira sevgili karşındadır, ona dokunuyor, hissediyorsundur...
sonra saat epey ilerlemiş olmalı ki; beden usul usul uykuya geçiş yapmak ister, gözler yanmaya başlayıp kapanmak için can atar... vazgeçilemez ses için de uyuma zamanıdır. uzun süreli sessizlikler oluşur... konuşmadan öylece nefes alıp verirken bile beden ateş içinde terler. soğuk olmasına rağmen yakar... neticede telefonu kapatmadan uyumaya karar verilir. maksat yan yanaymış gibi nefes alış-verişleri dinlemektir. ne romantizm ama. *
bir süre sonra;
+uyudun mu?
-yok aşkım
bi süre sonra daha;
+aşkım?
-hmmmmm
+uykun var mı?
-biraz *
+hadi uyuyalım
-hııı hııımmmmm
...
. . . *
+aşkım
-...
evet uyudu...
ve işte nefes alıp veriyor. **
allah'ım o da ne?!
sevgili horluyor.
evet evet.. horlamaya başladı... *
+aşkım?
-... *
+aşkım uyan
-... *
+aşkım kalk yastığını düzelt yaa
-... *
+off bu adam beraber yattığımızda da mı böyle sesler çıkarıcak yaa (iç ses)*
kapat telefonu kapat!
düştün elime, yarın bittin sen bittin.*
SUSARSIN HiÇ BiR ŞEY DÜŞÜNMEDEN belki saatlerce, belki günlerce...
insanlar seni duygusuz sanar; kalpsiz, hissiz...
gururunun kölesi olmuşsun derler; hatta abartıp insanlıktan çıkmışsın gibi muamele uygularlar...
sen sadece susarsın...
izlersin...
boştur herşey yaşananlar sonucu...
anlamsız...
çocukken elinde olan bir cismi/eşyayı çok isteyipte senin olmayan bir oyuncağa benzetmek, oymuş gibi hayal edip oynamaktır.
mini miniyken, hayatının en masum yaşlarındayken ve hayattaki sahip olduğun tek mutluluk elinde senin olan oyuncaklarken; sahip olamadıların içinde bu yolu seçersin...
şekilli ve gözüne hoş gelen taşları canlı civciv gibi hayal etmek mesela;
annem anlatır hep; bende an an hatırlıyorum...
avucuma aldığım bir kaç taş parçası benim sarı küçük civcivlerimdi...
yatarken bile bırakmaz; uyandığımda ilk onları görmek istermişim...
--spoiler--
keşke şimdide o zamanki gibi kusursuz olsa hayal gücüm anne...
keşke şimdide çok istediğim şeyler hayalde olsa avuç içimde olsa; onsuz uyuyamayıp, uyandığımda ilk onu görsem...
keşke anne...
keşke...
--spoiler--
istememek değil; isteyipte yapamamaktır tam olarak bu.
mani olan birşeyler vardır. seni durduran; engelleyen...
elinde telefon; gözün ekranında, parmağın tam isminin üzerinde...
sonra ani bir kararla bırakırsın telefonu yanına başlarsın düşünmeye.
geçen onca vakti; yaşanan onca anıyı... dökülen gözyaşların inadına bir daha yaşayamayacağını düşündüğün gülümsemeler...
bu arada vazgeçmişsindir zaten aramaktan.
arayamazsın...
hem zaten ne diyeceksin ki arayıp?
açacağını nerden biliyorsun...
aramıyorsan değil; arayamıyorsan bitmemiştir.
ve asla bitiremezsin içindekileri...
neden insan bu denli yarım hisseder kendini?
onunla doğmamışken;
çok ayrı yerlerde
çok ayrı yaşamlar sürüyorken
neden anar akıl her daim?
neden arar gözler bakılan her yerde?
istediğim zamanlar için tamam da;
istemediğim zamanlarda neden meşgul eder aklımı gözleri, kokusu, teni...
neden aynaya baktığımda kendimi değilde onu görüyorum gözlerimde?
neden nefesimi kesiyor yokluğu?
neden gözleri gözümün önüne geldiğinde artıyor gözyayaşlarım?
söylesene aşk;
ben şimdi napıcam?
kanserin bile tedavisi varken;
onun yokluğunun neden tedavisi yok?
söylesene aşk!
söylesene!!!
evliliği sıkıcı bulup tek eşle yetinemeyeceğini bile erkektir.
onlara göre; bir kadına karşı olan tutkusu bittiğinde kadın artık geride kalmalı;
yerini yeni tutkular, yeni başlangıçlar, yeni hevesler almalı...
evlilik onlara göre tutsak kalmaktır. -ki bu da hiç hoş olmamakla beraber sıkıcıdır.
her çiçek onun, her bal onun emrindedir böylelikle...
aile sıcaklığından, 'baba' kelimesini duyup hissetmekten yoksun kaldıklarının farkına bile değillerdir.
yazık'tır. *
Zamandan bir gram çalıp da cebime koysam,
Ölüme sunsam, al desem bu var daha ve sonra sussam.
Yalandan bir gülüş çekip yanından geçip dursam,
Al ve vur beni desem düşün, açılır mı sustan?
Bak bu son kez yazılıyor, aşktan münezzeh mahpustan
Kalbimin odalarında aşk var ancak akar dam.
Biliyorum ki yarını yarın olan senaryodan yaşıycam,
Velhasıl günahlarımı ellerimle taşıycam.
ipek bir hasırdan soğuk bir taşa taşıncak ömrüm.
Ben dedim ya fazla vardı, aşkı ikiye böldüm.
Sizin inanmadığınız aşkı ben gözümle gördüm.
Senden başka her caddeye düz bakardım, çünkü kördüm.
Hiçbir şeyin yoksa, her şeyin var demektir,
Kalbiyle yazan bir şaire aşk en güzel yemektir.
Şimdi daha sıcak yaşam kardeşim aş benek benektir,
Yemekteyim ben görüşürüz dedim ya güzeldir;
düşledim seni
hep yanımda ol istedim
kal gitme bu şehirden
her hasret acıtır yürekten!!!
sırılsıklam aşık olmuşsa karşısına kızı alıp duygularını anlatırten suratının aldığı şekil...
o anla o haldeyken o yüz şekli erkeklerin en güzel yeri oluyor bence;
böyle biraz çaresiz olup karşısındaki kızın ağzından çıkan tek kelimeye muhtaç oluyorlar ama bu genellikle kızların çok hoşuna gidiyor...
icam edilmiş, noktalanmış anlamında. ebcedle ilgili bağı şu şekildedir: bir mısra, beyit veya cümledeki noktalı harflerin ebced hesabı ile toplamının tarihi belirtmesindedir sırrı.
lanetleşme. nerden mi biliyorum? fıkıhtan: evli çiftlerin hakim karşısına geçip, dörder defa nefislerine lanet okumak üzere gerçekleştirdikleri anttır bu. yalnız sonunda alından öpme falan yok; ayağa basmak yok. temiz bi maç istiyorum.
tapınak şövalyeleri diye ilkini yazmış iki kanka Michael Baigent ve Richard Leigh adındaki zatı muhteremlerin bu devam macerasında, keltlerle ilgili fantastik hikayelere ulaşabilir, ritten rite koşabilirsiniz. maamafih bu eğlencenin yanında templarların makus talihlerine çok üzülebilirsiniz, ali rıza beye ciyakladığınız gibi bunda da gözünüzden yaşlar boşalabilir.(editör notu ehe)
meali: sakin, sakin oğlum. he ne manası var bunun? seinfeld'i bildin mi? he bilmediysen aç son sezona kadar bi baştan aşağı izle bakalım. izledin mi?(eveet). heh o zaman aç bakalım s09e03 The Serenity Now 'ı, ve bi muhasebesini yap bakalım, bu ana kadar izlediklerine değer miydi; değer miydi günde izlediğin 10 episode'a? değer dediğini duyar gibiyim(hehe şerefiz). böyle bi diziyi vakti zamanında izlemeyerek ne mallık ettiğini, benim gibi karalar bağladığını düşün şimdi. şimdi gülmezsin tabi. şerefsiz. aç bi daha baştan, tekrar yapıcaz.
polisiye seven arkadaşlara tavsiye, düğüm adlı heyecanlı bi eser bırakmış; 1915'te solingen'de doğmuş, 2006 lugano'da mortingen abimiz. he ben sevmedim, tiksindim kitabından, ama tarz meselesi bittabi. "işte bu hoşuma gitti" diyebilir mesela okuyan bi amerikalı; neden siz de demeyesiniz? bence yakışır da ağzınıza: i layk dzziss.
he ex olmuş adama sallıycaz, bari wikipediadan bi bahalım neymiş diye, fikirleri olsun eşin dostun: bakın bu abim, 66'da Adger Allen Poe ödülüne namzetmiş, fekat truman capote'un in cold blood'unda boğulmuş. bak niyeyse üzüldüm şindi; yazık yaa, kazanamamış. ay çok tatlıııı. düğüm iyidir dostlar, candır; okuyun ya.
"sokaktaki asker", "sokaktaki askerin dönüşü" adlı, 12 eylül öncesi ve sonrası dönemi anılarını yazdığı iki kitabı çıkmış; görünen, o dönem icraatları üzerine pek pişmanlık hisleri içindeki, eskinin sıkıyönetimcisi. sıkıntısının, vakti zamanında pozisyonundan mütevellit nema edinememesinden ileri gelmiş olması kuvvetle muhtemelken, bu memlekette perde arkasında ne haltlar döndüğünüü hiçbir zaman bilemeyeceğimiz için, ülkemin her karakteri gibi o da "muğlak" olan.
mesajdaki buram buram hümanızmanın nasıl "koca bi yalan olduğuna" şurdan yola çıkarak işaret edicem bay okuyucu:
ödüllendirdiğim kendim, ödülü elbette göstermiş olduğu yüksek performans neticesinde edinmiştir. peki performansım üzerinden işverenenin kar marjına kıyasla benim ödüllendilmiş mi, yoksa fena kerizlenmiş mi olduğum çıkarsanmalı?
telkin şu: işini vaktinde bitir; evine gittiğinde işle uğraşmak zorunda kalma; -dikkat!- çünkü evinde asla tam kapasiteyle çalışamazsın. he nereye fokuslanmış oldu mevzuu, işten alınacak maksimum verime; yani işgücünden, yani benden. e hani ödüllendiricektim kendimi ben. he düstur buysa anlarım, açık açık söyle: önce kendini becert, sonra aktif ol, bundan büyük haz olmadığını anlıycaksın(de sade mısın, be hey dürzü?).
bir kere başıma gelmiştir, bu çağın modası "seminer"ler arasında bulunduğum bir tanesi -zaman yönetimi eğitimi- üzerine söylevde bulunan havalı deniz abla tadında ablamın telkinlerini dinlemekteydim; ama ağzından bunları işitince daha bi bulantı geldi, yine bi meylettim sartre'a doğru, "haklıymışsın bay sartre, koyarım böyle sistemin pişkinliğine. geri çekiyorum kendimi bu kısır döngüden.". semineri verenin de bir şirket sahibi olduğunu öğrenince pek şaşırmazsınız di mi?
kitle yönetimi dahlinde kullanılan araçların çağlar değiştikçe muhtelif isimler alıyor oluşu, kitlenin önünde sonunda yönlendiriliyor oluşu(yumuşak ifadeyle) gerçeğini asla ve kat'a değiştirmez; bilakis destekler.
Karakartal sakallım marx'ın(komünistsen üstündeki formayı çıkaracaksın önce) "kapitalizm ancak işçi sınıfının ortadan kalkmasıyla yok edilebilir" öngörüsüne destek çıkar mahiyette, dünyamızın türlü depressionla gittiği istikameti görünce şu işsizlik dövünmelerini de terk eylemek lazım gelir diye düşünmeyelim mi? Sanayi devrimiyle birlikte çizilen mutlu bir hayat profili(tabi ki sermayedarlarca), başarılı bir iş yaşamına(kariyer) bağlı kılınırken tabi ki biz yapılanların farkındaydık(bunları yazdık hep kitaplarımızda efenim). Hangi hayatı seçeceğimiz de daha ilk elden sermayedar tekelinde iken yine hangi hür dünyadan bahsediyosunuz ey özgür kızlaaaar.
Her şeyden evvel başat araç reklam olmak üzere, çeşitli kitle propaganda araçlarıyla alttan alta götünü ısıtarak proleterin, yaptıkları kurbağa muamelesi mide bulandırıcı, aşşağılık, ikiyüzlü ingiliz kolonya kokulu iğrenç bir hareket. Bu marxın ortaya koyduğu çalışan insana yönelik yüceltmelerin, kapitalist çarkı nasıl da güzel yağlıyor olmasıyla ahir ömrümüzde hangi ikilik yarışabilir. Aktüel olan düzene göre emekçinin, makina sahibine sattığı emekle, üst düzey iş performansıyla aldığı takdirin pek içi boş olduğuna işaret ederek, ve bu performansın en nihayetinde işverene maksimize bir kar kazandıracağı ortadayken, bu çalışıyor oluşla ilgili övünmelerin, marxın nasıl da yanlış anlaşıldığına işaret.
-takdir burjuvaya çalışman için değildi ki lan, emeğineydi hıyar. Sen kimlerdensin?
-Hıyartolardan.
-ahahahaa, yok canım.
tamamen zaman,mekan mefhumlarından sıyırtarak mevzuya dair bi çözümlemeye kalkıştığında göreceksin ki özgür dünya bi siktir lan diceğin kertede boş, tedavülden kalkmış alman markı kıymeti harbiyesinde yastık altı fikri ve zikri. Neden ötürü? Şundan(uzunca bi iki nota üst üste): evvela yaradılışla ilgili genel kaygıları geçtiğimiz varsayımıyla zaten varoluşa hazır bi vaziyette olunmalı, aksi halde düşünün ele alınışı mümkün kılınabiir mi? Önce alıcan o mes'eleyi, ge kucağıma deyi oturtacan yavaşça, huysuzlaştırmadan; bi güzel kıvamına getirip ele alınır vaziyette kılmalısın, yüzüne bakılır olmalı mevzu. Mevzu bişeye benzedi mi? Heh şööyleee. Şimdi, mevzuun aslında özgürlük, serbestlik, serbesti, liberasyon.. ve muadil nosyonların aslında ahir ömrümüzde hiç yer bulamaması olduğunu ortaya koduktan sonra, bu neden ileri gelmiş onu da bittabi yorum merhalesinden geçiricez. Evvela kozmos dediğinin zahiri-batini(fizik-metafizik) her öğenin birbiri ilen bağlantılı olduğuna kanaat getirmelisin ki neden beşer liberasyonun(demokrasinin) mümkün kılınamıyacığına izah getirebileyim. Bir objeye, bir sujeye bağlı-bağımlı olduğun vaziyette serbestiden söz edebilebilir mi. neye bağımlıyım lan ben dicen. Ablacım şööle elimizde senin mevcudiyetinin dahi bir sperm ve yumurtanın bağımlılığına ve dolayıdan ziyade bilakis direktoman canlı-cansız(gene fizik-metafizik) bir "şey"e bağlı olması başlıca hadiseye emsal; unsur. Diyorum ki en başta varlığının dahi senin dahlin, seçimin dışında gerçekleşmesi ilen hür birey mavalın (rıdvan nolur) "taç olur".
"Dünyaya geliş part 1" dan sonra, bir sosyal dünya da coming very soon. söz konusu dünya evvela ana-babacığın ekseninde dönerken, yaş kemale erdikçe senin izin verdiğin bir sınırda dönecek. Yalnız şu bilgiden dahi naçiz varlığının ne mene bir dilemmayla baş başa kaldığının farkındasın di mi? Senin iznin dahlinde, bağımlı bulunduğun bir dünyanın oluşuyor oluşu(ve kader ağlarını örüyor). Artık buna yaşmaklı teyzemin deyişiyle "yazı, kader" dersin, yahut hür birey davranışı dersin, ve ne olduğunu dahi anlamdan hürriyetini yaşamaya devam edersin.
Yaşadığın dünyayı tanıdıkça yakın çevreden alacağın fikirlerle oluşacak fikir yapısı, bakış açının da çevreden edinceklerine bağımlı olduna götürecekken, "e kitap okuyoruz, kendimizi geliştiriyoruz" dersen, kitaptan edindiğin bilgi, fikir nereye etki eder diye sormama lüzum yok. Bunu sevgili orhan pamuk "kara kitap"ta işlemişti, hakiki olma peşinde koşan bir şehzedemizden yola çıkarak. En sonunda hakiki olma çabaları uğruna ömrünce cilt cilt kitapları devirmiş olan şehzade, bunla sadece yalayıp yuttuğu kitaplardan edindiklerini içselleştirdiğine kanaat getirip hepsini yaktırır. Hülasa yaşayış biçimin, bakış açın da, her şeyden önce naçiz varlığının da belli öznelere bağlı olduğu halde boşuna birbirimizi kandırmayalım: hürriyet dediğin boş bir söz.