Ankara doğumlu, odtülü; Türkiye televizyonlarına birkaç beden büyük gelen, kısa zamanda ustalaşmış muhabir. An demde tv de, türkiye'de başkanlık sistemi ile ilgili bir yakın plan hazırlamıştır ki, zannedersiniz bbc işi. Bir iki Türk işi trik barındırır ama iyi olmuştur yine de. Hülasa, bir gün bir haber merkezinin başında bu ismi görürseniz şaşırmayın...
muhteşem bir, insan ve inanç hikayesi olan Peygamberin Son Beş Günü romanı ile ilgili eleştirilere bakınca, kusmamak elde değil. hikayeyi yalnızca komünizme inanıp yenik düşmüşlerin, komünizme inanıp çark etmişlerin hikayesi olarak yorumladığımız müddetçe tahsin yücelin bu eşsiz eseri hep güdük önyargıların mahkumu olacak. rahmi sönmez karakterinin bir peygamberle don quijote arasında çizilmiş hüzün dolu portresi bence edebiyatımızın en önemli portrelerinden biridir. okunmalı, yerse rahmi sönmez'e biat edilmelidir ! Yemezse Fehmi Gülmez karakteri gibi ona biat edilmese bile çook sevilmelidir !
Ülke Tv'de her cumartesi yayınlanan üstad sadık yalsızuçanlar'ın sunduğu, türkiye televizyonlarının en marjinal ve derin programlarından biri. Yalnız band anlayışlarına bir çözüm getirirlerse isabet olacağı; slayt gösterili klibimsi havalı band giren programlardan da biridir aynı zamanda.
af ilan edilmiştir. dağlarda dolaşanlar, artık askere yakalandıkları an kurşuna dizilmeyeceklerini anlamıştır. ve teslim olurlar. kan kokan dersimden,
anadoluya zorunlu göç başlamıştır. kayıtlar, resmi ve gayri resmi rakamlar ne der, önemi de yoktur. afyona giden kafilenin içinde anaları konakta
öldürülmüş, babaları ve dedeleri ise bir dere kenarında (aynı gün) kurşuna dizilmiş ağabey-kardeş de vardır: koç mustafa ağanın oğlu hıdırdan olma, geyikten doğma hayri (12) ve ahmet (kayıtlarda 6, gerçekte 3 yaşında).
uzun süre sonra ilk banyo, afyon çocuk esirgeme kurumunda alınır. sıcak yemek, kıyafetler... afyon onlara kucak açmıştır. ve her çocuk gibi onların da bir aile tarafından evlat alınması amaçlanmıştır. ağabey büyük olduğundan şansı
yoktur ama onun vardır. çünkü çocuksuz aileler, geçmişi hatırlamayacak kadar küçük olanları tercih etmektedir.
deli çavuş... adı hep öyle kalmış. çanakkale savaşında gösterdiği cesaretten bu lakap verilmiş ve hep böyle anılmış. karı-koca en büyük dertleri çocuk sahibi olamamak. ve derler ki sonra: seni ilk gördüğümüzde sevdik. kocaman gözlerin, kıvırcık simsiyah saçlarınla, yaralı yüzünle paçamıza yapıştığında kararımızı vermiştik. sen bizim oğlumuz olacaktın...
fakir bir anadolu kentinde, sevgi dolu bir ailede geçen 15 yıl. okutulan, el üstünde tutulan, gözbebekleri gibi bakılan bir genç. okul çıkışlarında önce babanın semer dükkânına gidiyor. bir yandan baba işi öğreniliyor, bir yandan sanat okulunda meslek sahibi oluyor. babanın askerlik anılarıyla büyüyor. asker olmak en büyük arzusu. deli çavuşun oğlu olmak, en büyük gurur kaynağı...
bir gün okul çıkışında, yolunu, zayıf, çelimsiz, türkçesi bozuk birisi keser.
hikâyesini anlatır ve onu gerçek evine götürmeye geldiğini söyler. karşısındaki genç, yıllar önce afyon çocuk yurdundan kaçan ve memleketine dönen ağabeyidir. üç gün inanmaz. gördüğü kâbuslar ile kendisine anlatılanlar arasında paralellik kurar. hayatta en değer verdiği anne ve babasının üvey olma fikrini üç gün sonra taşıyamaz hale gelir. ve o okul çıkışı, eve varır ve anasına, ben üvey miyim? diye sorar...
annem ağlamaya başlayınca gerçeği anladım. tek kelime etmedi ve sadece ağladı. ve hemen evden kaçtım. beni bekleyen ağabeyimin yanına gittim ve
ilk trenle elazığa geçtik. oradan da köye...
ancak türk örf ve âdetlerine göre büyüyen, sünni olan gencin kafası karışıktır. her şey kendisine yabancıdır. alışmaya çalışır. 6 ay sonra haber gelir. üvey annesi, hastaneye kaldırılmıştır. ve bir gün deli çavuşu karşısında görür. üvey babasını. o gün anlamıştım, beni sevgiyle büyüten bir anam ve babam var. ve her ikisi de sağ...
ve her şeyi geride bırakır... ağabeyine tüm mallardaki hakkından vazgeçtiğini söyler. tüm akrabalarıyla vedalaşır ve afyona bu kez gönüllü döner.
yıllar sonra o günü oğullarına şöyle anlatır: afyon garında üvey annem ve benden çok önce geri dönen babam vardı. anam tek kelime etmedi. sarıldı, eve gidene kadar bırakmadı. ağladı. ne yaptığımı o gece anlattım. sonra bir daha bu konuyu hiç konuşmadık. ne o sordu ne de ben anlattım..
elbette anlamışsınızdır. bu hikâyedeki kişi benim babamdı. hikâyesini en azından ben gençlik dönemine girdiğimde ve siyasete ilgi gösterdiğimde
öğrenmiştim.
her muhafazakâr türkte rastlayabileceğiniz kızılbaş alerjisi annemde de vardı. ömrünün son zamanlarında takılırdım, kızılbaş biriyle neden
evlendin? diye...
ah be oğlum, ne bileyim bunun kökü kürt. öğrendiğim gün evi terk ettim. ama afyondan anası geldi. o benim oğlum. öz ve öz türk dedi... bizi tekrar bir araya getirdi. baban hep sünniydi. iyi ki ondan ayrılmamışım...
aslına bakarsanız, rahmetli annem de rus baskısından kaçan çerkez göçmeniydi. bunu da annem öldükten sonra araştırmıştım. rusyadan
lübnana, trabzona gelen, ardından bayburt ve erzurumda kök salan bir aile...
işte böyle... biri türk, diğeri kürt olan iki kardeş ancak bu coğrafyadan çıkar. biri sünni, diğeri alevi... çerkez gelip türkleşenler de bu coğrafyada bulunur.
çerkezin türkleşeni ile kürtün türkleşeninin evlenip bu vatana hizmet eden çocuklar da bu coğrafyadan çıkar. zorunlu veya gönüllü asimilasyonun ağası da bu topraklarda yaşanır.
ve kendimi bu ülkeye, bu topraklara ait hissetmekten hiç vazgeçmedim. tüm acılara, geçmiş hatalara rağmen kendi kimliklerimizi gururla ifade edeceğimiz, etmekten korkmayacağımız tek rejimin demokrasi olduğunu en iyi bilen kuşağız. en azından ben öyleyim.
Anton Çehov'a ait her birimizin özellikle de siyasetçilerimizin hayat düsturlarında yer alsa, günahların da sevapların da anlamı farklı olurdu dedirten bir sözdür bir özdür.
Pamuk dede görünümü, uzun saçları ve garip huşusu ile kendini bana yenice tanıtan Ross Daly; 1952 doğumludur ve irlandalıdır ! Babası büyükelçi olduğundan olsa gerek onunla geze geze, müziğe olan yeteneği ile farklı kültürlerin müziklerine sarmalıyor kendini. 1975 yılında Girit'e taşınır ve Girit Müziği'ni öğrenir öğretir. Tarafınca Osmanlı Müziği olarak adlandırılan Klasik Türk Musikisi'ne de özel bir ilgiyle yaklaşır.
Müziği çok ama çok zengindir. Alışık oryantalist bakış açılarını müziğinde görmek güçtür. Kafa karışıklığı yoktur. Öylesine derin hazmetmiştir ki şaşılır, haz alınır. Müziğin teorisinde olduğu kadar uygulamasında da üstaddır. Lir-Kemençe, Rebab, saz-bağlama, ud, tambur çalmaktadır. Lir olarak tabir edilen kemençe türlerine karşı özel bir ilgisi ve yeteneği bulunmaktadır, hatta 1990 yılında olsa gerek yeni bir kemençe türü-biçimi-şekli oluşturmuştur.
Müziği mutlaka dinlenmeldir! Müziğimizi bazen onun elinden tekrar keşfedildiğini fark edince, insan biraz bozarıyor ama olsun, ziyan değil.
Bir sufinin tahayyülü çerçevesinde değerlendirilebilecek, birşeyi mecaz yapma yoluna verilen bir adlandırma olmakla beraber fevri'nin dizelerinde can bulduğu gibi; bir sufinin olaylara ve olgulara genellikle mecaz yorum getirme, mecaz görme hali de denilmektedir.
Bayıldığım bir kelimedir. Birçok şeyi bir kelime ile tarife eden, Türkçenin güzel kelimelerindendir: dünyaya doymadan, muradına eremeyen, istediğini yapamayan anlamlarına gelmektedir.
farsça kökenli bu sözcük, fazla istekten dolayı inleyiş, şiddetli ağlayış demektir. sızlanmak anlamına geldiği gibi ikinci bir anlamı da şevk ve arzudur. i harfinin uzun okunması halinde de burun içinden ağlamak; burun içinden gülmek anlamına gelmektedir.