rahmetli cahit zarifoğlu'nun altmışlarda genç şairlerin katıldığı bir şair toplantısında yaptığı konuşma üzerine tebrik eden ve ''toplantının yıldızıydınız, bizim saflarımızda olmanızı(solcu) isterdim'' diyen ismet özel'e ''allah göstermesin'' demesi üzerine ismet özel'in yanında beliren nursuz bir yüzün ''ne karışır! '' diye cevap vermesine binaen verdiği cevaptır.
''yalnız o karışır'' demiştir cahit zarifoğlu, yalnız o karışır.
şair dikkat edilirse ''bir kerede'' demiyor. ''bir kere de'' diyor, yani o kadar yenildim ki çağa, bu kez de şerefimle, kana irine bulaşmadan geçeceğim. dize tam da bu yönüyle ah muhsin ünlü'yle aynı kaderi paylaştığını düşünen insanların dikkatini celb etmiş, sevgisini kazanmıştır. çünkü mevcut çağ'ın kirine, pisine bulaşmaktan bin müzdariptir kaderdaşlar da. ama bir dize sonra şair lazım gelen gülleri göğsüme gömmüştüm diyerek her ne kadar artistik bir cümle kullanır, bir yönüyle bu şu demektir ki: evvelden, çağ'la yüzleşmeden önce beni aklayacak saflığı(her insan islm üzere doğar)- sembol olarak güller- kalbimde muahafaza etmiştim. çağ her şeyimi alsa da ona sahip olamamıştı. şimdi tek azığım ve yoldaşım bu güllerle ben bir kere de bu çağdan şerefimle geçeceğim. demek çağ'dan bir kere de şerefiyle geçmek isteyenler için güllerinin nerede gömülü olduğunu bilmeleri gerekiyor.
ismet özel'in of not being jew'inde devamında ''dostlarının eşiğinde başlıyor senin diasporan'' mısraıyla devam eden ismet özel'in müslim olduktan sonra da tek kaldığına, kalmak zorunda kaldığına belki bundan da gurur(hatalı) duyduğuna işaret eden dizesi.
kardeşlerin pogrom sana demek, kardeşlerin ızdırap, işkence, bambaşka bir kıyım sana, kardeşçesine katliam sana demektir.
bu söz büyük şair sözü olmasaydı(aldanma ki şair sözü elbette yalandır) söyleyenin diline acı biberler sürmek gerekir, kardeşlerin hakkında böyle konuşmamalı, onlara kışın paltonu verirken yüzünü buruşturmamalısın denirdi.
dede efendinin çalakalem bestelerinden ve en az önem, değer verdiği eserlerden biridir. dede efendi çok daha büyük eserler vermiştir. bir ferahfeza ayin-i şerif gibi kitabe, devlet gibi eser ortada dururken zatın bu eserle anılması ise cehaletin ve yanlış bilgilendirilmenin en iyi örneklerinden biridir. tabi ki severiz bu eseri de amma bu eser onun icracı kimliği hakkında en az ipucu veren eserlerden biridir.
ifadelerin gramatik ayırımı kitabı tam bir demir leblebidir. kitapta kabaca bütün ifadelerin bir gramatiği olduğu tezi savunulmuş ve ifadelerin de kategorize edilebileceği ileri sürülmüştür. kendisi vitgeynştayn'dan etkilenmiş bir filozoftur ama mukallid değildir. türkiye'de filozof denilebilecek iki üç insandan biridir. ve tabi ki de tanınmamaktadır. çünkü türkiye'de böyle insanlar pek tanınmaz, hasan bülent kahramalar yeter bize zira. avrupa'yı direk kopya et, akademik bütün dergileri gözden geçir, akademiz oburu faresi ol yeter.
doğu şiirinden maksut bütün bir türk, arap, fars şiiridir. batı şiirinden ise bütün bir avrupa şiiri, kim azıyla çokuyla katkı vermişse.
doğu şiiri(şark şiiri) yaşanılan bir şiirdir. ismet özel'in bir yerde nazım hikmet'in yaşam üzerine yazdığı şiirlere telmihen söyledği yaşam yaşanılır üzerine konuşulmaz mealinde bir söz var, yanlış hatırlamıyorsam. aynen öyle de şarkın bütün büyük şaireri şiirde akla yer vermemiş ve aşk imiş her ne var alemde ilm kıll u kall imiş yörüngesinde şiirler yazmışlardır.
batı şiiri ise ne kadar büyük anlatılar koysa da ortaya bir yerde hep akla, rasyonalitenin levsiyatına, gerçekçiliğine değdiği için hep istismara açık olmuştur. batıda aşk çift taraflı yaşanır. erkek sevgilisi için ölür, doğudaysa erkek sevgilisi için ölmez, ölemez zira ''sen sen isen kimim ben ey yar'' sınırındadır şarkın şiiri. ne senlik vardır ne benlşk doğunun aşkından.
haluk dursun üstadımızın tarihiyle var olan, tarihiyle olan, kendi kendine her gün kendi tarihinden aldığı güçle yeniden hayatiyet veren istanbul'u anlamak isteyen istanbul sakinlerine, istanbul aşıklarına , özetle istanbulilere istanbul'u anlamaya, sevmeye, hörmete giriş olarak yazdığı kitap.
mustafa kutlu eseri.
mustafa kutlu bu eseri bize bağışlamıştır.
bahçe, su ve ölüm. böyle de ölmek var diyor, allah'ın ve ağacın gölgesinde yalnız ölmek. aslında kutlu hiçbir şey demeye zorlamıyor kendini, öyle bir mecburiyet hissetmiyor kendinde. adsız birinin 'basit' sıradan hayatını destanlaştıran da biziz. o sıradan çavuşun da böyle bir derdi yok, bahçeye su taşıyor, toprakla irtibat halinde allah'a ve kuluna yürüyor, sırası geliyor ''ah bir de öleyim'' diyor öyle asude.
bahçesini güzelleştirmesi ''müslüman dünyasını güzelleştirmelidir'' beyan-ı asiline ne uygundur, buna en sade ve ihtşamlı örneklerden biridir. dünyaya ve onun bilgisine uzak bir arifin hal'iyle gerçeklediği müthiş bir öğüttür ölümü ve hayatı. o kadar saf, şey gibi tereyağı bal süt gibi. sofrada hiçbir şey yok başka. alavere dalavere kuşsütü de yok.
ölümü ''demek böyle ölünürmüş'' kolaylığı ve dahi bahtlığında yaşayan bu insan ne güzel bir insan, mustafa kutlu ne tatlı bir insan.
dünyaca ünlü edebiyat teorisyeni harvard profesörü harold bloom'a göre dünyada yoktur. zira kendisi etkilenme endişesi adlı kalburüstü kitabında bütün batı şairlerinin ondan etkilendiğini söylemektedir en kaba ifadeyle. batı diyoruz, zira ona göre dünya zaten öyle veya böyle, hemen hemen batı'dan, edebiyat da batı'nın edebiyatından ibarettir.
yalnız burada tek bir istisna kalıyor: o da fuzuli. zira eskilerin tabiriyle va esefa ki harold bloom fuzuli'yi tanımıyor. tanımıyor romeo ve julyet'in sahibine leyla ile mecnun'u ile toz attıran bu dünyanın görüp geçirdiği belki de en büyük şairi.
bu şüphesiz ki o ve onun gibi düşünen dünya halkları için bir kayıp. fuzulinin en büyük talihsizliklerinden birisi şekspir'in kendi adına steril caddeler üzerinde büyük kültür merkezleri açan, sevgilisine onun şiirlerini okuyan torunlara sahip olmaması.
şekspir'in dehası önünde eğilirken, şekspir'in de fuzuli'nin dehası önünde kemeberbeste durmasını bekleriz.
osmanlı'da sadece tatlılara katılan bir baharat ürünü olmayan tarçının(daha doğrusu tarçın çubuğunun) çaya katılarak yapılmasıyla ortaya çıkan mis rayihalı, içende tadını unuttursa da kokusunu unutturmayan rafine tat.
cumhuriyet'in ortalarında ipar ailesine de geçmiştir. ayrıca mehmet akif ersoy, mithat cemal kuntay, abdulhak hamit tarhan ve samipaşazade sezai'nin aynı karede çekildikleri ünlü fotoğraf -ki beşir ayvazoğlu'nun sadece bu fotoğraf üzerine yazdığı bir kitap vardır- bu apartmanda mehmet akif'in dostu mithat cemal'in dairesinde çekilmiştir.
dursun gürlek'in tanıtmak için kendini paraladığı en büyük osmanlı istanbul'u efendilerinden. celal bayar bile istanbul'a geldiğinde ''efendi hazretleri müsaitse teşrif etsek'' diye haber yollarmış. çok sinirli de bir adammış. yol yordam bilmeyenlerden hiç hazzetmezmiş. evinde düzenlediği fasıllar çok meşhurdur ki herkes katılamazmış. sahaflar çarşısında yürürken herkes ayağa kalkarmış. büyük kitap mirasını istanbul üniversitesi'ne bağışlamış eski zaman efendisi.
istanbul'a gelen işbilir turistin gezmeden gitmediği lale motifli çinileriyle göz dolduran ünlü bir camidir. caminin içi kubbeden aşağı külliyen iznik çinisiyle kaplıdır(osmanlı'da çinide doruk noktası), çiniye aşina bir insan gözlerini alamaz. cami tahtakale'de hasırcılar çarşısı'nda cemaatini beklemektedir.
tanburi cemil bey'in oğludur, müzisyendir. babası hakkında yazdığı kitap üslup harikasıdır. tanburi cemil bey'i tanımaya giriş dersi olarak okutulabilir.
dolmabahçe sarayının mimarıdır. zannedildiğinin aksine balyan ailesi değildir saray'ın mimarları. doç. selamn can'ın master tezine ulaşılıp fazlasıyla bilgi almak mümkündür. ayrıca türk edebiyatı dergisinin de iki üç sene evvel kapak konusu olan sarayın mimarı kimdi tartışması üzüntü verici bir biçimde pek ilgi uyarmamıştır halk nezdinde.