Ben bir iyiliğim, diyorum
Yitiklik duygusundan doğan.
Çoğalmak istedikçe azalmaktan alırım
Güzelliğimi.
Seçilmiş bir yalnızlığın içinden
Seslenirim mahcup ve özgür;
Sevdiği herkesi bir kedere
Dönüştüren kalbimle.
Şükrü Erbaş
"sen bende neleri öpüyorsun bir bilsen
herkesin perde perde çekildiği bir akşam
siyah bir su gibi yollara akan yalnızlığı öpüyorsun
ağzında eriklerin aceleci tadı
elleri bulut, gözleri ot bürümüş ekin tarlası
bir çocuğun düşlerine inen tokadı öpüyorsun.
yağmur her zaman gökkuşağını getirmiyor
aralık kapılarda bekleyişin çarpıntısı
bir kadının eksildikçe ömrüme eklenen
uzun gecelerini, solgun gövdesini öpüyorsun. "
"gerçek zamanla yüreğin zamanı nasıl karışıyor öyle... usul bir gülümsemeyle yürüyorum. kırmızı bir bulut yüzün. bir çınar ağacı gölgesindeyim. yapraklar değil saçların dökülüyor üstüme. mavilikte bir görkem. şarkılar dinliyorum. parmakların, sesinden önce akıyor içime. 'uçan kuşlar sarhoş olur' bir daha inanmıyorum. " sözlerinin sahibi (bkz: Bağbozumu Şarkıları)
Siirleri hakkinda ufak bir fikrim vardi fakat "cekilme sulari" isimli kitabi elime gecti bugun. Butun yazilarindan olusuyor. Okudugum en iyi kitaplardan biri olabilir. Neden daha once tanismadim diyorum. Bu kadar soyut seyler, duygular en cok nasil bu kadar iyi tasvir edilebilir? Gozlerinizin dolmasina engel olamiyorsunuz. Kitaptaki alintilar ayrica muthis.
"...günlerdir yoksun... öfkeni bile özledim... nasıl bir uzaklıktan geleceksin bilemiyorum... ayrılıktan medet umar oldum... kaşlarının işaret ettiği yerde duracağım...
ömrümden öteye taşıdığım çocuk... ya sen bu ülkede doğmasaydın, ya ben aşkı herkes gibi bilseydim..."
"Ağzın ömrüm. Ağzın öptükçe derin
Konuşuyorsun, kanatlı bir karanfil dudakların.
Gözlerin iki dağ suyu güldükçe köpüklenen
indiriyorsun kirpiğini upuzun bir güz.
Bir kapı önündeyim, girsem suç gitsem ayaz
Titriyor tüm geçmişim parmaklarının ucunda.
istekle esrik biri, biri bir korkuyu emziriyor
inip inip kalkıyor göğüslerin ufkumda.
Oturuyorum dizlerinin dibinde kan ter içinde
Bu alçak dünyada ne kadar yükseksen o kadar mutluyum
Çocuğum benim, çocuğum benim, çocuğum
Her zaman sözden gidilmez ki sevginin ülkesine
Gövdeden söze gelerek de büyür insan dingin bir hazla."
"ayrılık ne biliyor musun?
ne araya yolların girmesi
ne kapanan kapılar
ne yıldızın kayması geceden
ne cepte tren tarifesi
insanın içini dökmekten vazgeçmesi, ayrılık..."
--spoiler--
'insan sevmezse eve gelir. Gider aktarlara bakar. yarasına biraz uzaklık basar. küçük dükkanlarda uzun konuşur. bin çeşit önem geliştirir. gökyüzü çoktan inmiştir yere. zamansızdır. seslerden üşür. insan sevmezse mezarını küçük düşürür. ' *
--spoiler--
--spoiler--
'ben çekildikçe haklılığın ordusuyla geldin iki ceset üzerinden konuşuyor şimdi aşk'*
--spoiler--
Ey ölüm terzileri, ev yıkıcılar, sürgün ustaları... Ey bir halkı dizlerinin üstünde görmekten gönenen sahte eşitlik! Ey korkuyu sevgi sanan aşağılık duygusu. Siyah ve beyaz dışında renk tanımayan alacakaranlık. iki yanında iki süngüyle şımarık cesaret. Konuşmak yerine bağıran özgürlük.
Ey gülerken ısıran iyilik, aşağılayan özveri, cezasız suç. Ey dağları düzlükle ölçmeye kalkan sığlık. Çokluğuna güvenen yanlışlık. Bir suçu, daha büyük bir suçla hafifleten tükeniş. Kendinden korkan öfke. Kan ter uykulara yastık olan taş. Ey başkasının bahçesindeki gergedan. Bir halkın türküsünü odalarda boğacağını sanan sağırlık.
Ey dağları evlerin üstüne yıkan cinnet. Ey narcissus. Kan ve gözyaşı. Yalnız gövdesiyle var olan sevgisizlik. Kendi ışığıyla yanan pervane. En yüce değeri zulüm olan ahlak! Ordularıyla soluk alan haksızlık. Bir halkın onuruna yağan kar.
Size, BARIŞ deniliyor. Artık ölülerimizin ışıksız gözlerinden değil, güneşle yunmuş pencerelerden bakmak istiyoruz dünyaya. Ciğerlerimiz soldu dağlardan kopalı. Evimiz gökyüzüydü sizden önce. Bahçelerimizi yeniden kurmak istiyoruz. Göçersek biz istediğimiz için göçelim. Öleceğimiz yeri biz seçelim.
Siz nasıl kendinizle göneniyorsanız, deniliyor, biz de kendimizle gönenelim. Bu rüzgar bizim türkülerimizi de taşısın. Sokaklarımızdan çekin soğuk gölgelerinizi. Avlularımızda asker görmekten bıktık artık. Bulutların sesini unutturdu uçaklarınız. Çocuklarımızın evlerdeki boşluğu mezar taşlarından büyük. Kadınlarımız külden yataklarda yatmaktan bembeyaz kesildi.
Ölerek değil, yaşayarak çoğalmak istiyoruz. Yoksulluğumuzu özlettiniz bize. Ömrümüz üzerine bizden başka herkes konuşuyor. Sizin kentlerinizin varoşları olmak istemiyoruz. Hapishanelerinizde bizim çocuklarımız var, ama onlar sizin boynunuzda asılı gerçekte.
Hiçbir sevgi tutsaklıkta yeşermez. Eşitlik özgür ilişki ister. Türkülerimize nefreti karıştırmak istemiyoruz. Biz de kendimizi sevelim, kimliğimize sahip çıkalım, deniliyor. Bizi değil, kendinizi yıkıyorsunuz. Görmüyor musunuz, her gün biraz daha yoksullaşıyorsunuz.
Size, BARIŞ deniliyor. Bizim de kahramanlarımız var. Biz de geleceğe onurla bakmak istiyoruz. Örselersiniz, ama gülü karanfile benzetemezsiniz. Bir halk, deniliyor, ancak başka bir halkla zenginlik ve güzellik kazanır. Kimse kimseyi kendine benzetecek kadar üstün değildir.
Çok değil, bizim size duyduğumuz saygı kadar saygı istiyoruz. Ölüm korkusuyla, yaşama sevincini unutan insan, dünyaya nasıl iyilikler katabilir. Birine korku verenin korkusu daha büyüktür. Hiçbir yanlışlık susarak çözümlenmez. Sizin özgürlüğünüz bizim BARIŞ'ımızdan geçiyor, tutsaklığınızı görmüyor musunuz?
Ey ölüm terzileri, ev yıkıcılar, sürgün ustaları... Ey kardeşliğin süreğen kışı. Bir halkın onuruna yağan kar. Ey bahçemizdeki gergedan. Ey narcissus. Aşağılayan özveri...
Eşitlik zayıflık değil bilgeliktir. iyi olmaktan bu kadar korkmayın. Bir kez olsun sevgiyle bakmayı deneyin dünyaya. Hiçbir halk sonsuza dek efendi, hiçbir halk tutsak olarak yaşayamaz. BARIŞ hepimizi onurlu ve özgür yapacak tek olanaktır. Çıkarın kulaklarınızdan körlüğün tıkaçlarını...