aşkın büyüklüğüne bağlıdır.. küçük aşklar * sönüp giderken, büyük aşklar parıldar.. tıpkı rüzgarın küçük ateşleri söndürüp, büyük yangınları harladığı gibi..
onu yanında değil de iliklerinde hissetmek, her an deliler gibi özlemek, yalnız kalmak, yalnızlığında bile onu yaşamak... geldiğinde boynuna sarılıp sanki daha bir gün önce görüşmüşsünüz gibi hissetmek, öyle davranmak. çünkü o yokken zaten yaşamamışsınızdır ve geldiğinde hayat kaldığı yerden devam etmektedir taa ki gidene kadar.
tren sizi sevdiğinizden uzaklaştırmaya başladığı anda trenden, nefes almaktan, sevmekten, ağlamaktan, dünyadan her şeyden nefret etmek. ayaklarının bir daha yere basamayacağını düşünmek ve yine güçlü olmaya çalışmak ve gelecek ayın özlemini o andan itibaren yaşamak.
afedersin sözlük ama s.k gibi bir durum. *
sevdiceğiniz bi diyarda siz ayrı bi diyarda hem hasret, hem seni özleyen sevgilinin tripleri, sonu şizofrenliğe kadar gider efendim. (bkz: bilincli sizofrenizm)
önemli olan aşkın kolay şeklini değil, en zor halini birlikte yaşamaktır. yanyanayken illa ki aşk yaşanır, aşk mücadele etmekse, seviyorsan ne mesafe ne dokunamamak bahane değildir. seviyorsan gözünü kapatıp gideceksin gidebildiğin kadar. her yürek kaldırmaz belki uzakta aşk yaşamayı, alışkındır insanlar herşeyin kolayına kaçmaya, sıradan aşkları yaşayıp, en ufak bir hata da bırakıp kacmayı. zoru görmektir aşk. zoru göre göre üzerine gidip eritmektir. hayat bu sevdiğin ömür boyu yanında olacak diye bir garantisi yok ki. yanında olan sevgilin oldu da uzak bir yere gitmek zorunda kaldı, aşkını yarım mı bırakacaksın, ayrılacak mısın hemen? sevgilin askere gitti 460 gün uzaklarda yaşayacak, bitmeli mi herşey? seviyorsan bahaneler üretmeden seveceksin. aşk korkakların eline düşmüş, meze olmuş... zaman, sabır... ve gerçekten sevmişsen zaten o senin olacaktır, ölene dek uzak kalmayacaksın mutlaka mesafeler zaman geçtikçe azalıp aynı havayı solacaksın. zaten bunu düşünmüyorsan ne işin var aşkla..
bitince "eee ben bunların hepsini kendim mi kurguladım?" dersiniz. sevgilinizin aniden "ben evleniyorum." gibi bir haber vermesi de muhtemeldir. bu yüzden çok sağlıklı bir ilişki değildir.
sonu; kişilerin karakterine, sabrına, birbirlerine karşı duydukları güven ve sevgiye bağlı olan aşk türüdür. mevzu bahis duygular elbette her aşkın çimentosudur ama; şehirlerarası aşk yaşanıyorsa, ortada daha fazla çabanın olması gerekir. pek fazla bir şey tüketmezsiniz, söylemek istediklerinizi saklarsınız çoğu kez. istediğiniz vakit ona dokunamaz, gözlerinin içine bakamazsınız. ama asildir sonuçta, fedakarlık gerektirir...
ilk başlarda aşk'ın gücüne, her şeyi aşabileceğine güvenilse de sonralara doğru imkansız hal alır. Moraliniz bozuk olduğunda yanına sığınabileceğiniz adam yanınızda değildir ve bu zaman geçtikçe yaşanılmaz bir hal alır. Sanki karşınızdaki sevgiliniz değil de sadece belirli zamanlarda görüştüğünüz biridir sadece... Kiralık sevgili gibi... Kavgalar artar zamanla, güven sorunu da başlar haliyle...Ve kendinize bile itiraf edemeseniz bile bitmiştir aradaki ilişki... aradaki yola eklenmiş mesafeyi biraz daha arttırmıştır geri dönüşü bile yoktur artık...Uzun zaman sonra görüştüğünüzde anlarsınız bu gerçeği... Bir zamanlar öldüğünüz insan sanki bir yabancıdır artık... Eline dokunuduğunuzda anlarsınız gerçeği, ama itiraf edemezsiniz... yaşanmıştır...
duygusal düşünür insan ilişkiye başlarken..
aşk mesafe falan dinlemez dersin.isterse fizanda olsun biz birbirimizi sevdikten sonra her türlü zorluğa katlanırız dersin. hem zaten özlediğimizde gidip geliriz, görüşürüz dersin.
sonrasında..
her gece onun hayaliyle uyunur. mutlu bir çift görünce kötü hissedilir, isyan edilir.
son görüşmeniz, bir sonraki görüşmenizin hayali sürekli zihninizdedir.
telefon, bilgisayar ona ulaşma araçları olmuştur artık, sanki başka kullanılma amaçları yokmuş gibi.
bazen öyle anlar gelir, deli gibi özlenir. dokunmak, öpmek istersin, en önemlisi görmek istersin!
normalde sorun olmayacak küçücük şeyler tartışmalar yaratır.
uzaktaysan çok sevmek zorundasın, tartışmamak zorunda.
çünkü en ufak bir kuşku, en ufak bir tartışma soğutur 'biz' fikrinden..
sabredersin, sabredersin, sabredersin...
sonunda mantığa yenik düşersin.
olmuyor böyle der bir taraf.
uzaktan uzağa olmuyor.
ben seni hayatımın her anında istiyorum.ben seninle hayatımı paylaşmak istiyorum. istediğim zaman sana dokunmak, öpmek, sarılmak istiyorum. birbirimizi bilelim,öğrenelim, iyice tanıyalım istiyorum. der...
dinlersin. seviyorsundur, o da seviyodur.
ama kabullenmek zorunda kalırsın.
gitme dersin ama sen gitmek zorundasındır.
ve onsuzluğa katlanmak zorunda.
gözyaşları kalır ardından.
bitmek bilmeyen gözyaşları.
ayrılık acısı...
bir yolunu bulup aynı şehirde buluşabildiğinde zamanın su gibi akıp geçtiği, ayrıldığın andan bir sonraki buluşmaya dek zamanın geçmek bilmediği,sevginin çok daha kırılgan ve bu yüzden bir o kadar da korunaklı ve titiz yaşandığı, birlikte geçirilen her an'ın yudum yudum tadının çıkarıldığı,senede bir gün misali yaşanan aşk formatı...
bu ilişkiyi yürütmek istiyorsanız eğer sevgilinize olan güveninizin en üst noktada olması gerekir.. yoksa ilişkinin yürümediğini görürsünüz.. güven her ilişkide belki çok önemli bir etken ama yaşadığınız aşk şehirler arası ise bunun önemi kat ve kat artıyor.. ve bu güveni zedeleyecek bir olay başınızdan geçtiğinde ilişkinin yavaş yavaş eridiğini görebiliyorsunuz..
bu ilişkiyi sürdüren iki şey var bana göre.. bunlardan birincisi cep telefonu.. böyle bir ilişkiyi yaşayanlar bilirler ne kadar önemli bir faktör olduğunu.. çünkü sevgilinizle aranızdaki tek bağlantı budur.. bununla ilişkinizi yürütürsünüz kimi zaman kavga eder, kimi zaman gülüp eğlenirsiniz.. hatta kimi zaman bir tane hat yetmez başka operatörlerden hatlar alırsınız hangisi karlıysa ona yönelirsiniz.. en büyük lüksünüz budur.. sevgilinizin sesini duymak.. şakır şakır kontor harcarsınız.. "ulan tek lüksüm bu sevgılımın sesini duyamıycaksam neyleyim böyle işi" diyip her bulduğunuz para ile kontor alırsınız.. bir de sevdiğiniz kişinin telefonu kapalı olur ya bazen.. işte o zaman içinizde bir şey kopar.. birden deli gibi merak etmeye başlarsınız.. aklınıza binbir türlü şey gelir.. deli olursunuz..
bu ilişkiyi sürdüren ikinci şey ise tabiki internettir.. msn'de deli gibi konuşursunuz.. sonra sevgiliniz size cam açar.. kilometrelerce uzaktaki aşık olduğunuz kişiyi görürsünüz.. ama sadece görürsünüz.. dokunamassınız ona, sıcaklığını hissedemessiniz.. içiniz gider.. sövmeye başlarsınız içinizden.. sizi farklı şehirlere koyan kadere..
ay'da bir kere görüşme şansınız vardır.. günleri sayarsınız.. saatler size karşı çıkar sanki zaman ilerlemez olur.. zaman zorda olsa geçer ve beklenen gün gelir.. buluşursunuz.. sarılırsınız birbirinize sıkı sıkı, kokusunu içine çekersin.. ciğerlerin o kokuya hasrettir zaten. sonra ne olur? sonra aylardır ilerlemek bilmeyen o zaman sanki size garezi varmış gibi hızlı bir şekilde ilerler.. zamanı durdurmak istersiniz.. yapamassınız.. hatta bir kere'de saate bakmadan, zamanı umursamadan doya doya yaşamak istersiniz birlikte.. ama böyle bir hakkınızın olmadığını bilirsiniz.. sonra yine o ayrılık vakti gelir çatar.. birgün hiç ayrılmayacağınız günü, birlikte hep yanyana olacağınız günün hayalini kurarak ayrılırsınız ondan.. bir dahaki ay'a tekrardan buluşucağınızı bilirsiniz, aynı zamanda o ayrı geçireğiniz 1 ay'ında 1 yıldan daha fazla olduğunu.. evinize gelir o bir gün içinde yaşadıklarınızı düşünürek tekrar gün saymaya başlarsınız..